IMF’in borcunu kapatan hükümetten....

Elif Çakır

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye-Cezayir İş Forumu toplantısında “AK Parti döneminde IMF’in kapatılan borcu” mevzusunu bir kez daha gündeme getirerek şöyle söyledi:

“IMF bizden borç istedi 5 milyar dolar. Arkadaşlara dedim ki, verin. Sonra IMF baktı ki biz onlara borç verebilecek durumdayız, ciddiyiz, bu parayı almaktan vazgeçti.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, IMF’in Türkiye’den borç istediğini bir süredir katıldığı AK Parti İl Kongrelerinde benzer ifadelerle gündeme getiriyor:

“IMF bizden borç istedi, ben de verin dedim, ancak IMF bizim borç verebileceğimizi görünce vazgeçti.” (Rize, 18.11.2017)

“IMF’ye artık borcumuz yok. Onlar bizden istedi. 5 milyar dolar verecekti, ‘Türklerden para aldılar diye rezil oluruz’ düşüncesi ile vazgeçtiler.” (7 Nisan 2018)

Bir parantez açalım:

Doğrusunu söylemek gerekirse, IMF’in tuhaf bir gurur anlayışı varmış!

Parantezi kapatalım.

Biliyorsunuz, ‘coşan bir ekonomimiz” olduğunu söyleyen Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de sürekli ısrarla “Artık IMF’e borç veren bir ülkeyiz” diyor...

“IMF’e borç veren bir ülkeyiz” demek ne demektir?

IMF’e borç veriyoruz, katkı sağlıyoruz demektir değil mi?

Ve fakat, Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki “Borç verecektik, istediler, ama baktılar ki, ciddiyiz, gurur meselesi yaptılar vazgeçtiler.”

Hangisi?

Doğrusu şu...

Türkiye AK Parti iktidarı döneminde 2013 yılında IMF’e olan borcunu kapattı.

IMF’in resmi sitesinde, Türkiye IMF’e kalıcı sermaye katkı payı sunan ülkeler arasında yer alıyor, ne de borç veren ülkeler arasında yer alıyor.

Yani Türkiye IMF’e borç veren bir ülke değil.

Fakat, 2013 yılında “Küresel bir krizle sıkıntıya düşülüp IMF’in kapısı çalınınca, IMF kaynak sıkıntısına düştü ve yeni bir borçlanma anlaşması yapma kararı aldı. Bu çerçevede G20 ülkeleri başta olmak üzere çeşitli ülkelere başvurdu. Türkiye de başvurulan ülkelerden birisiydi. Türkiye IMF’e 5 milyar USD tutarında borç verebileceğini belirtti.” (Mahfi Eğilmez, Türkiye, IMF’e Borç Verdi mi, 29 Kasım, 2017)

IMF, 2013 yılında görüştüğü ülkeler arasında yer alan Güney Kıbrıs’tan ve Meksika’dan borç almış ancak Türkiye ile sadece görüşmüş ve borç verip veremeyeceğini sormuş.

Peki, bu durumda doğru söylem nedir?

Eğer, 5 yıl sonra, bugün, IMF üzerinden bir seçim propagandası yürüyecek ise, “Borç vermeyi taahhüt ettik”, “IMF istediği zaman IMF’e borç verebilecek sevideyiz” denilebilir.

Ama o kadar...

Gelelim madalyonun diğer yüzüne...

AK Parti bugün, günümüzün ‘adalet’, ‘yargı bağımsızlığı’, ‘demokrasi’, ‘özgürlükler’, ‘ekonomi sorunları’ gibi sorunlara dair ne düşündüğünü ve 16 yıllık iktidar partisi olarak, kendi iktidarları döneminde bu sorunların neden çözülemediğinin sebeplerini anlatmak, yine kendi iktidarları döneminde oluşan bu sorunları nasıl çözmeyi planladıklarını paylaşmak yerine, neden sürekli geçmiş dönemde yaptıkları icraatları, başarılarını anlatıyorlar?

AK Parti, 2004’te gerçekleşen yerel seçimlerde sandıktan zaferle çıktıysa, bu 2002’den 2004’da kadar gösterdikleri başarı sayesiyle oldu. AK Parti’ye kazandıran reformist kimliği idi, Türkiye’nin kronikleşmiş sorunları konusunda gösterdiği kararlı tavırdı, AK Parti’nin aile fotoğrafında yer alan toplum tarafından sevilen, güven duyulan kadroları sebebiyleydi.

AK Parti 24 Haziran seçimleri öncesinde girdiği bütün seçimlerde yeni bir şeyler söyledi. Türkiye için yapacaklarım var dedi.

Eski Türkiye ve yeni Türkiye mukayeseleri yapıyordu. Çünkü AK Parti iktidarları bugüne kadar eski iktidarlarla mukayese ediliyordu.

Bugün öyle mi?

AK Parti sadece geçmişte ne yaptığını anlatan bir parti durumunda.

Tamam da, AK Parti zaten geçmişte yaptığı hizmetlerin mükafatını sandıktan aldı.

Ayrıca...

16 yılın sonunda AK Parti, bir yandan “IMF bizden borç istedi” diye övünürken, diğer yandan da “Tüm vatandaşlarıma çağrıda bulunuyorum, evinizde yastık altında tuttuğunuz dövizlerinizi, paralarınızı, altınlarınızı bankalara, katılım şirketlerine ve diğer yatırım mecralarına yatırarak lütfen sisteme sokun ülkemizin büyümesine katkıda bulunun” çağrısı yapıyor.

Bu büyük bir çelişki değil mi?

AK Parti 2002’de yönetime geldiğinde, ekonomik anlamda darboğazda olan bir ülkeyi devralmıştı, öyle bir ülkeyi reformlarıyla, politikalarıyla kalkındırdı, Türkiye’yi ekonomisi iyi ülkeler masasına oturtmayı başardı. Neden, çünkü AK Parti kadroları liyakatli ve ehliyetli isimlerden oluşuyordu. AK Parti’nin o kadroları, öyle zor bir dönemde dahi böyle bir çağrıda bulunmamışlardı.

Bugün, vatandaşın yastığının altına çağrı yapan bir AK Parti hükümeti...

Boşuna demiyorum ben, AK Parti kurucu kadrolarına kavuşmadığı, reformist ve ilkeli dönemlerine dönmediği müddetçe sorunu çözemeyecek diye...

“Metal yorgunluk” teşkilatlarda değil, AK Parti’nin Genel Merkezi’nde diye boşuna demiyordum. İlk defa bir seçimde, AK Parti geçmiş başarısı üzerinden oy istiyor, Türkiye’nin sorunlarına milleti heyecanlandıracak dair köklü bir çözüm önerisi, yeni bir başarı hikayesi yok.

“Cumhurbaşkanı seçilemezse Meclis feshedilir hususu deli saçması bir konudur”

Başlıktaki sözler Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’a ait.

Dün kaleme aldığım “Cumhur İttifakı kazanamazsa seçim tekrar mı edilecek” başlıklı yazımda, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un ABD Bloomberg’e verdiği mülakatta “Muhalefet Meclis’te üstünlük sağlaması halinde seçimler yenilenir” dediği iddiasına Mehmet Uçum’un, sosyal medya hesabından ‘böyle bir açıklamam yok’ sözlerine yer vermiştim.

Dün Mehmet Uçum bir açıklama gönderdi. Diyor ki:

Böyle bir tartışma açmak bırakın hukuku, temel siyasi bilgiden yoksunluğu işaret eder. O nedenle sonucu itibariyle bu tür laflara itibar edilmesin demeniz son derece yerindedir.

Yeni sistemde CB’nin Meclis’i fesih yetkisi olduğu tespiti oldukça yanlıştır. Yeni sistemde ister Cumhurbaşkanı ister Meclis seçim yapılmasına karar verirse her ikisi de seçime gider. Yeni sistemdeki yetki, seçimlerin birlikte yenilenmesi yetkisidir.

Fransa’da Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i fesih yetkisi vardır başka ülkelerde de. Ama bizim yeni sistemimizde fesih yetkisi yoktur.

Mehmet Uçum ayrıca Bloomberg’e verdiği röportajı da gönderdi.

Bloomberg’te Uçum’un sözlerine şöyle yer verilmiş.

“Erdoğan Mayıs ayında Bloomberg’e verdiği röportajda 7 Haziran 2015 seçimlerini işaret ederek ‘sistemi çalıştırmayacak herhangi bir gelişmeye fırsat vermeyiz’ demişti. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’a göre böyle bir senaryoda sistemin sunduğu imkanlar ilk planda uzlaşmadır, dedi. Uçum, “Ya uzlaşma arayışına girilir, ya da seçime gidilir. Demokratik siyasette B planı uzlaşma, C planı seçimdir, halk farklı siyasi mecralardan tercih yaparsa bunun anlamı nedir? Bu bir işbirliği çağrısıdır. Eğer halkın isteğini siyasi aktörler yanlış anlarsa, yeni halkın önüne çıktıklarında, halk bu kez tercihini farklılaştırır. Meclis çoğunluğunu verdiğine çoğunluğu vermeyebilir. Cumhurbaşkanı seçtiğini de tekrar seçmeyebilir. Yani sistem sonuçta halk iradesiyle şekillenir.”

Hamiş:

Mehmet Uçum dün mesaj attı. Diyor ki “Yazınızda benden de söz ederek bu konuya girmeniz, sanki ben böyle bir açıklama yapmışım da sonra da böyle bir beyanım yok demişim gibi bir algı oluşturmuş. Bu hoş değil.”

Uçum’un kendisine de söyledim, buradan da yazayım. Ben yazının öyle bir algı oluşturduğunu düşünmüyorum. Ancak yine de Uçum’un böyle anlamasına üzüldüm.

Amacım, artık vatandaşın dahi neredeyse inanma noktasına geldiği bir tartışmaya açıklık kazandırmaktı.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (78)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.