Dün depremin dokuzuncu günüydü, arama kurtarma çalışmaları devam ediyor. Resmi verilere göre can kaybımız 35 bini aştı, enkaz altında hala kurtarılmayı bekleyen canlarımız var. Umutlar tükenmiş değil, mesela Adıyaman’da 18 yaşındaki Muhammed Cafer Çetin depremin 198’inci saatinde, Hatay’da 26 yaşındaki Emine Akgül 201’inci saatinde sağ kurtarıldı. Bu satırların yazıldığı saatlerde arama kurtarma ekiplerimiz Maraş’ta üç kız kardeş, 17 yaşındaki Şevval Zeynep, 15 yaşındaki Hayriye Zişan ve 12 yaşındaki Ecrin’e ulaşmak için koridor oluşturmuşlardı. İnşallah bu üç kız kardeşten de güzel haberler alırız, Allah onları sevdiklerine bağışlar.
35 bini aşan can kaybı, bir haftayı geride bıraktık ama can kaybında sayının nerelere yükseleceğini henüz bilmiyoruz.
Bu depremi sıfır can kaybıyla, insanlarımızın burnu kanamadan atlatamaz mıydık? Bu deprem canlarımızı teğet geçemez miydi?
Bu mümkün değil miydi?
***
Japonya’da daha şiddetli depremler oluyor ama kimsenin burnu kanamıyor, hayat normal akışında devam ediyor ya da çok az can kaybıyla ve hasarla atlatıyor.
Bizim ülkemizde mümkün değil miydi?
“Asrın en büyük felaketi diyebileceğimiz bu depremler, 10 büyük ilimizde çok büyük yıkımlara sebep oldu” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı mı, böylesi bir felaket karşısında devletin yapacağı çok da bir şey yok muydu?
***
Jeoloji mühendisi Prof. Dr. Volkan Karabacak dün Karar TV’de “Evet, deprem olarak büyük bir deprem ama ihmaller olmasaydı bu kadar büyük yıkım yaşamazdık, biz bu depremi sıfır kayıpla atlatabilirdik” dedi.
Depremin yaşanmasının yağmur yağması kadar doğal bir durum olduğunu söyleyen Prof. Karabacak da Maraş depreminin sürpriz olmadığını, bilinen bir gerçek olduğunu Karar Tv’de bir kez daha yineledi.
Ülkemizin saygın bilim insanları depremin büyük felakete dönüşmesinde iki hususun altını çiziyor: İhmal ve koordinasyonsuzluk.
Can kaybımızın bu kadar yüksek olmasının sebebi, ihmal ve koordinasyonsuzluk.
Depremin ilk gününde yardıma gelen, yüzlerce kişinin canlı olarak kurtarılmasını sağlayan İspanyol yardım ekibi ülkelerine dönerken yaptıkları açıklamada “Koordinasyon olsaydı daha çok insanı canlı olarak kurtarabilirdik” dedi.
Bir… Devlet deprem öncesi atması gereken adımları atsaydı, bilim insanlarının iki yıldır yaptığı “Maraş’ta, Hatay’da deprem olacak” uyarılarını dikkate alsaydı, yapılması gerekenleri yapsaydı, tedbirlerini alsaydı bu kadar can kaybımız olmayacaktı.
İki… Devlet deprem esnasında koordinasyonu sağlayabilseydi daha çok insanımız enkazın altından sağ olarak kurtulabilecekti, can kaybımız bu kadar yüksek olmayacaktı.
Devlet koordinasyonu ağlamada neden başarısız kaldı?
Soruyu asıl şöyle sormamız gerekiyor galiba: Kurumları çökmüş bir devlet koordinasyonu nasıl sağlayabilirdi?
Hiçbir şey olmayacağından, hiçbir sorunla karşılaşmayacağından tuhaf bir şekilde emin olan iktidar, kamu kurumlarına yaptığı atamalarda, liyakat, ehliyet, tecrübe, uzmanlık gibi objektif kıstasları değil, şahsi yakınlığı, sadakati, bağlılığı dikkate aldı.
Bütün yetkileri tek elde toplayan “cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde” iktidarın kamu kurumlarına istedikleri atamaları yapmaları daha kolay hale geldi.
20 yıl boyunca ülkeyi yöneten iktidar, bütün kamu kurumlarına yerleştirdiği adamlarıyla kurumları yemiş, tüketmiş, bitirmiş. Devlet kurumu diye bir şey bırakmadı geriye.
Merkez Bankasının durumu ortada… TÜİK’in durumu ortada… YSK’nın durumu ortada…
Yargının durumu ortada…
İktidar kendisini denetleyecek tek bir kurum bırakmadı, Sayıştay’ın durumu ortada…
İktidarın bitirdiği, tükettiği sadece devlet kurumları olmadı, sivil toplum kuruluşları da bitti, önemini yitirdi, işlevsiz hale geldi.
Şimdi her yaşadığımız felakette, salgında çöken devlet kurumlarını görüyoruz, biliyoruz, tanıklık ediyoruz.
***
Devlet koordinasyonu sağlamada başarısız oldu, çünkü koordinasyonu sağlayacak, afeti yönetecek kurum yoktu. Tabela olarak değerlendireceksek evet kurum vardı, ama yoktu.
Mesele kurumun görünürde var olması, sayıca bilmem kaç personelinin olması değil, kurumun başındaki yetkililer depremde başarılı bir şekilde koordinasyonu sağlayabildiler mi?
Hızlıca bölgeye ulaşabildiler mi, kurumun duruma hakimiyetini sağlayabildiler mi?
Bütün yetkileri tek elde toplayan bu hükümet sisteminde asıl sonucun felaket olmaması, ortaya başka türlü bir tablonun çıkması gerçek bir mucize olurdu.
Hukuk tarihimizin en büyük şahsiyetlerinden olan, hayatı boyunca kuvvetler ayrılığı ilkesini savunan merhum Ali Fuat Başgil, “Esas Teşkilat Hukuku” kitabında bütün yetkilerin tek elde toplanmasının bir ülkeyi nasıl bir felakete sürükleyeceğini şöyle anlatıyor:
“Bütün amme kuvvetleri bir elde ve bir başta temerküz ederse, bu el ister bir şahıs, ister bir heyet olsun, taşkın bir otoriteye sahip olacağı için kabına sığmaz bir hal alır, devletin bütün icra ve idare organlarını emrine tabi kılar hatalarını kendisine ihtar edecek bir murakabeden ve düşüncesizce verdiği kararları icradan alıkoyacak bir frenden mahrum olacağı için kendisiyle birlikte devleti de uçuruma götürür.” (Sh.283.)
Merhum Başgil kitabının aynı sayfasında Montesquieu’nun şu tespitine referans verir:
“Ezeli bir tecrübe ile sabittir ki, kuvvet sahibi herkes bunu kötüye kullanmaya meyleder ve kuvvetine hudut buluncaya kadar gider. Fazilet bile hudutlanmaya muhtaçtır. Kuvvet, kötüye kullanılmamak için o suretle tertiplenmelidir ki, kuvvet kuvveti durdursun.”
Kamu kurumlarının önemi, kamu kurumlarına yapılan atamalarda liyakatin, ehliyetin, tecrübenin, uzmanlığın neden hayati öneme sahip olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Kurumları bu derece siyasallaşmış bir devlet, ne yaparsa yapsın Maraş’a, Hatay’a zamanında ulaşamazdı, koordinasyonu sağlayamazdı…
İktidar gözünün içine bakan, iktidar partisinin çıkarlarını toplumsal çıkarlardan önce gören kamu bürokratlarıyla ne yaparsa yapsın afet bölgesinde koordinasyon sağlayamazdı.
Hayatlarında hayat kurtarmanın, afet yönetimi nedir bilmeyen kişilerin yönetici yapıldığı bir kamu bürokrasisiyle deprem elbette büyük felakete dönüşecekti.
CB sisteminin röntgenini çeken CB yardımcısı Fuat Oktay, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemindeki sorunun bürokrasiden kaynaklandığını tespit ettiklerini söylemişti:
“Külliye metaforu var. Yani bir şef ya da daire başkanı kendi alanıyla ilgili inisiyatif almıyor ‘Külliye’ye soralım’ diyorlar. Beyefendi böyle istedi, böyle talimat verdi diyorlar. İnisiyatif almayan, almak istemeyen yöneticiler, bürokratlar var. Sorunun onlardan kaynaklı olduğunu gördük.” (11 Mart 2021)
“Külliyeye soralım” bürokrasisi mesela… Depremin büyük felakete dönüşmesindeki rolü, katkısı ne oldu? Bürokrasinin kendi alanıyla ilgili inisiyatif alamaması, talimat gelmeden hareket edemeyen yöneticilerin depremin büyük felakete dönüşmesindeki rolü, katkısı ne oldu?
Devletin geç kalmasının sebeplerini konuşmalıyız, hayatını yitiren 30 bin insanımız için, adaletin yerini bulması için bu soruların cevabını bulmamız gerekiyor
Binlerce insanımızın hayatını yitirdiği deprem bu acı gerçeği önümüze bıraktı.