Türkiye ve İtalya EURO 2032 Avrupa Futbol Şampiyonasına ortaklaşa ev sahipliği yapmak üzere UEFA’ya başvurdu. UEFA da başvuruyu resmen doğruladı, 10 Ekim’de kararını verecek. İtalyan haber ajansı ANSA’ya göre, herhangi bir sürpriz olmaması durumunda turnuva Türkiye -İtalya ortaklığına verilecek.
İtalya basınında yer alan haberlere göre İtalya mutlu, bizim ülkemiz de mutlu.
Ülkemiz adına şahane bir haber, birkaç gün önce bu haberi duyduğumda futboldan çok anlamamama rağmen ben de inanılmaz mutlu olmuştum.
Dün Ertuğrul Özkök www.10haber.net‘teki köşesinde İtalyan’ın özellikle sol muhalefetinin ayağa kalktığını, İtalya’nın 2032 Avrupa Futbol Şampiyonasını Türkiye ile birlikte düzenlemesine tepki gösterdiklerini yazdı.
Ülkelerinin Türkiye ile yan yana görünmesini, birlikte iş yapmasını istemiyorlarmış, “Türkiye gibi aydınlarını, siyasilerini içeri atan otoriter bir rejimle birlikte olamayız” diyorlarmış.
Son zamanlarda olumsuzluklara “Türkiye’nin” örnek gösterildiği cümleleri çokça duymaya başladık.
Çok değil, daha birkaç ay önce İsrail meclisi Knesset'in sunduğu yeni yargı reformunun protesto edildiği gösterilerde “Sonumuzun Türkiye gibi olmasını istemiyoruz” pankartları açılmıştı. (28 Mart 2023)
Yine yabancımız değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dostum” dediği, “laf söyletmem” dediği Rusya Devlet Başkanı Putin, Rusya Merkez Bankası’nının faiz artırımına destek vererek “Reel sektörün yüksek faizlerden rahatsız olduğunun farkındayım. Ama Merkez Bankası’nın bağımsız politikalar izlemesine izin vermezsek sonumuz Türkiye gibi olur” diye konuşmuştu. (23 Aralık 2021)
Ülkemiz iyiye değil, kötüye örnek gösteriliyor!
***
Giderek benzemekten korkutulan bir ülke örneğine dönüşüyoruz! Ülkemiz adına ne kadar üzücü, itibar zedeleyici bir durum.
“Sonumuz Türkiye gibi olur” benzetmesini ‘dostumuz’ dediğimiz bir liderden bile duyuyoruz.
Dolayısıyla birkaç İtalyan solcusu, İtalyan partizanı ne olacak işte, demişse demiş, söyleyenin kim olduğuna bakarız falan diyerek artistlik yapılacak, geçiştirilecek bir durum değil.
Türkiye aydınlarını, siyasilerini, muhaliflerini cezaevine atan bir ülke değildir diyebilir miyiz?
Cezaevlerinde o kadar çok aydınımız, siyasilerimiz, gazetecilerimiz, iktidar muhaliflerimiz var ki TÜİK 2017 yılından bu yana her yıl yayınladığı Ceza İnfaz Kurumu İstatistiklerinde artık tutukluların ve hükümlülerin suçlu kategorisini “uyuşturucu, yaralama, hırsızlık, cinayet ve terör suçları”yla sınırlı tutuyor, bunların dışındakilerin hepsini “diğer” kategorisine atıyor.
Avrupa Konseyi’nin 2022 ceza istatistikleri raporuna göre Konsey’in 47 üyesi arasında, Avrupa’da cezaevinde en çok tutuklu ve hükümlü bulunduran ülke Türkiye, ilk sıralarda yer alıyor. 303 bin 945 kişi cezaevinde ülkemizde, kurumun toplam kapasitesi ise 293.473.
Rapora göre ülkemiz cezaevi kalabalıklığında zirvede.
Avrupa Konseyi’nin 2020 ceza istatistikleri raporuna göre, Avrupa’da “terör suçlarından” hüküm giyen toplamdaki 30 bin 524 kişinin 29 bin 827’isi Türkiye’de! Terör suçu nedeniyle Fransa’da 292, İspanya’da ise 209 kişi cezaevindeymiş!
Bu sayı Fransa’nın İspanya’nın terörle mücadele etmediği anlamına gelir mi? Bu ülkeler, özellikle de İspanya, ayrılıkçı terör örgütü ETA’yı nasıl sorun olmaktar çıkardı, düyünmek, araştırmak gerekmiyor mu?
Terörist suçlamasıyla 29 bin vatandaşını cezaevinde tutan, mahkum eden bir ülke nasıl bir ülkedir?
29 bin teröristi olan bir ülkeye yabancı yatırımcı güvenir mi, cezaevleri dolup taşan bir ülke nasıl bir ülkedir, gerçekten?
***
Dün Akif Beki’nin “İdam isteyenlere bakın siz!” başlıklı yazısını okumadıysanız mutlaka dönüp okuyun derim. İnfaz yasasındaki yeni düzenlemeyle ilgili, dünün en önemli yazılarından biriydi.
***
Ülkemiz neden olumsuzlukların örneği haline geldi?
Söylediklerinin haklılık payı var mı yok mu, soru budur…
Beş yıl öncesine, yani CB sistemi öncesine kadar ülkemiz olumsuzluklara örnek gösterilmiyordu, hatta iktidarın ilk on yılında AB ülkelerinden övgüler alıyorduk.
Ve 2018 yılından bu yana da bütün yetkilerin tek elde toplandığı hükümet sistemiyle yönetiliyoruz.
Sıkça sorduğum soruyu tekrar sorayım…
CB sisteminin 5 yıllık sonucu ne oldu?
Ülke yangın yerine döndü, “faiz sebep, enflasyon sonuç” tezinin ülkeyi getirdiği tablo ortada; ülkemizde her dört kişiden biri işsiz, yoksulluk sınırı 40 bin liraya dayandı. Domates, soğan neredeyse taneyle alınacak hale geldi.
Bütün Avrupa ülkeleri ülkemizi kıskanacaktı, dış politikada parıl parıl parlayacaktık, herkes bizimle dost olmak, ilişkilerini güçlendirmek için sıraya girecekti. Dünyanın en itibarlı ülkesi bizim ülkemiz olacaktı.
Hepsi söylemde kaldı. Tablo ortada.
Neyse ki ülke uçurumun kenarına gelince “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” tezinden vazgeçildi, ekonomide rasyonel zemine dönüş atımları atılıyor. Bunun olumlu sonuçları da yansımaya başladı.
Ertuğrul Özkök şu haklı soruyu soruyor, diyor ki “ekonomide faiz politikaları, kur politikaları duvara tosladı. Dış politika da öyle… Şimdi ikisinden de vazgeçiyoruz, doğru olanı da yapıyoruz.
Dibe vurduğumuz tek şey dış politika ve ekonomi mi? Adalet sistemimiz çökmedi mi.. Düşünce ve ifade özgürlüğünde dünyada kaç sıra birden gerileyip, Uganda seviyelerine inmedik mi? Cezaevlerinde düşünce, ifade suçlarından hüküm giymiş aydınlarımız, siyasilerimiz yok mu? Bu feci politikalardan neden vazgeçmiyoruz?”
***
İktidar yargı, adalet, demokrasi, insan hakları konusundaki tavrını değiştirmeli, reformist dönemlerine geri dönmelidir.
Türkiye’yi yeniden hukuk rayına oturtacak, yargıyı bağımsızlığına kavuşturacak adımlar atmalıdır.
Hukukta rasyonel zemine dönülmelidir.
Karar merci Cumhurbaşkanı Erdoğan, Erdoğan istediği için ekonomide rasyonel politikalara dönüldü… Ekonomi ve hukukun iç içe olduğunu hatta ekonomi, hukuk ve demokrasinin iç içe olduğunu Erdoğan’da biliyor.
Yargının siyasallaştığı bir ülkenin ekonomisinin düzelmesi mümkün değil.
Mesela Adalet Bakanı da çıkıp “adil yargılama konusunda yargımızın rasyonel hukuk zeminine dönmek dışında bir seçeneği kalmamıştır” açıklaması yapar mı, yapabilir mi?
Yapması gerekiyor, çünkü ekonominin düzelmesi daha çok yargıya bağlı.