Önce devletimize ve devlet yetkililerimize “Son üç ay içerisinde 80 önemli olayı” önledikleri, yine “son üç aydır aranan 44 teröristi etkisiz hale getirdikleri” için ve “tehlikeyi oluştuğu noktada bertaraf edecekleri” için teşekkür edelim.
Böylece Reina katliamının önlenen “80 olay” arasından ‘sızmış’ olduğunu öğrenmiş olduk… Aman daha ne olsun ki, bu kadarcık kusur kadı kızında da…
Sonuçta istihbarat zafiyetimiz de güvenlik zafiyetimiz de yokmuş!
O halde…
Biz yazımızın başlığındaki soruya dönebiliriz…
Birliğimizi, dirliğimizi bozmak isteyen, toplumsal barışımızı hedef alan ve huzurumuzu kaçırıp toplumsal kaos çıkartmayı amaçlayan terör bu kez gerçekten beklemediğimiz yerden bizi vurdu ve bütün ezberlerimizi bozdu.
Soru şu:
Reina’da eğlendikleri sırada hunharca katledilen 39 masum insanımız “hayatlarını mı kaybettiler, şehit mi oldular?”
Bir terör saldırısı gerçekleştiğinde ve o terör saldırısında hayatlarını yitiren polis, asker, kamu görevlisi, sivil vatandaşımız kim olursa olsun, adı sanı, unvanı, kimliği ne olursa olsun…
Devlet büyüklerimiz, hükümet yetkililerimiz, AK Partili siyasetçilerimiz anında ‘olay mahalline’ ulaşırlar ve anında ölenlerin ‘şehit’ oldukları yönünde açıklama yaparlardı:
“Şu kadar şehidimiz var. Bunların şu kadarı sivil, şu kadarı polis, asker…”
“Şehitlerimize rahmet diliyoruz?”
Terör saldırılarında hayatlarını yitirenlerin cenazeleri “şehit cenaze törenleri” sayılırdı. Cenaze namazını kıldıran hocalar ağız dolusu “şehitlerimiz” derlerdi…
***
Reina katliamına kadar durumumuz böyleydi…
Çarşıda... Pazarda... Sokakta... Maçta... Otobüste… Otobüs duraklarında… Bugüne kadar terör saldırısında hayatlarını yitiren tüm canlarımız için bir an bile düşünmeden “şehit” oldukları söylendi.
***
Ve maalesef Reina’da eğlenirken terörün kahpe kurşunlarına hedef olan 39 masum insanımız için “şehit” kavramı söylenmedi. “Masumlar” dendi, “sivillerimiz” dendi, “hayatlarını yitirdiler” dendi, “yaşamlarını kaybettiler” dendi, “katledildiler” dendi, “teröre kurban gittiler” dendi… Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Başbakan Binali Yıldırım’a kadar kimsenin dili “şehit” demeye varmadı…
Nitekim…
Reina katliamında ‘yaşamını yitiren’ 32 yaşındaki Mustafa Sezgin Seymen’in cenaze töreninde, helallik sırasında kalabalıktan birisi hocaya “Hocam, Mustafa şehit. Kurban olayım sana Mustafa’nın şehit olduğunu söyle. Çekinme söyle!” diye seslenince… Din görevlimiz “elbette şehittir”, “ne demek” falan diyemedi…
Ya ne dedi?
“Cenabı Allah inşallah şehitlerden yazar” diyerek duasına kaldığı yerden devam etti!
Şimdi…
Eğer “şehitlik” unvanını ülkemizde hunharca öldürülen, teröre kurban giden masum insanlarımız için kullanıyorsak… Futbol maçından çıkarken töröre kurban giden vatandaşlarımız ile Reiana’da eğlenirken kahpece kurşunlarla öldürülen insanlarımız arasında hiçbir fark yok.
Eğer ülkemiz dört bir koldan terör saldırılarının muhatabı ise eğer zor günlerden geçiyor isek… İçinde bulunduğumuz durumun Kurtuluş Mücadalesi’nden bir farkı yok ise…
Eğer ülkemiz dış güçlere karşı topyekun bir mücadele veriyor ise…
Velhasıl terör saldırılarının asıl hedefi belli ise... Yani o kurşunlar “milli birlik ve beraberliğimize” sıkılıyorsa, yani o kurşunlar kardeşliğimize sıkılıyorsa o takdirde bütün bu saldırılarda ölen her vatandaşımız “şehit” hükmünde sayılmalıdır! Nokta.
Eğer, devlet büyüklerimiz, devlet kurumu olan Diyanet’imiz ve görevlileri toplum vicdanını rahatlatmak, yüreklerimize su serpmek için “terör saldırılarında ölen” canlarımızın “şehit” hükmünde olduklarını söylüyorlar ise…
Reina’da ölenlerimiz için de şehittir desinler… Bunu söylemekten çekinmesinler.
Yok, eğer…
Şehitlik unvanı özel bir unvandır ve İslami bir kavramdır. Kimlerin şehit sayılacağı Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde belirlenmiştir deniliyor ve tam da bu yüzden çekimser davranılıyorsa…
O halde son günlerde pek cömertçe kullandığımız “şehit” ve “şehitlik” gibi kavramları gözden geçirip ayrıca tartışmamız gerekiyor…
Söyleyeceklerim bundan ibarettir…