Seçimleri ekonomi patlamadan önce yapabilmek için 10 Mart’ta Meclis’i feshedecek olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim öncesinde devletin kesesinin ağzını da sonuna kadar açtı, “müjdeler” dağıtıyor.
Erdoğan, 23 Ocak’ta bakanlarıyla gerçekleştirdiği toplantının ardından yaptığı açıklamada, Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından hayata geçirilecek bir müjdeyi şöyle duyurdu:
“Vergi daireleri, gümrük müdürlükleri, SGK, belediyeler, il özel idareleri, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıkları gibi kurumlarımızın kamu alacaklarını yeniden yapılandıran bir kanun teklifi hazırlıyoruz. Bu teklifle vatandaşlarımızın ve şirketlerimizin, vergi ve prim yükümlülükleri başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarımıza olan borçlarının cezalarını kaldırıyoruz. Düzenleme ile borçları belirli bir oranla güncelleme ve taksitle ödeme imkanı getiriyoruz”
Erdoğan adeta “gel vatandaş gel, seçime gel” çağrısında bulunuyor. Açtığı musluktan su içmeyecek, elindeki keseye burun kıvıracak, başını çevirecek, ‘beni ilgilendiren durum yok’ diyecek tek bir vatandaş yok.
Vergi borçlarının cezalarını kaldırıyor, borçları yeniden güncelliyor, vatandaşa taksitli ödeme seçeneği getiriyor, trafik cezalarının puanlarını siliyor, öğrencilerin kredi borçlarının faizini siliyor, 2 bin lirayı aşmayan vergi borçları tahsil etmiyor…
Daha ne olsun, değil mi?
Bu da daha başlangıç… Erdoğan oy kaybını minimize edebilmek, oy maksimizasyonunu sağlayabilmek için bakalım 14 Mayıs’a kadar daha neler açıklayacak neler…
***
Oysa aynı Erdoğan daha düne kadar seçim ekonomisi uygulanmasının faturasının çok ağır olduğunu ve bu ağır faturayı halkın ödediğini söylüyor, seçim ekonomisi uygulamayan siyasetçi olmakla övünüyordu.
“Burada işsizlik meselesine de değinmekte fayda görüyorum... Öncelikle şunu söylemek istiyorum değerli dostlarım: Popülizm, çok ciddi bir siyaset hastalığıdır. Bu hastalığın etkisi de hiç bir zaman lokal kalmamıştır, ülkenin tamamına, milletimizin tamamına ağır zararlar vermiştir, çok ağır faturalar ödetmiştir. Türkiye’de her seçim öncesinde musluklar sonuna kadar açılmış, bol keseden dağıtılmış, kısmi bir rahatlama sağlanmış, ama seçim sonrasında bu har vurup harman savurmanın bedeli de vatandaşa çok ağır şekilde ödetilmiştir.”
(3 Haziran 2010)
Şöyle bir sözü de var: “Kim ne verdiyse iki katını veriyorum” derecesinde popülizmi, seçim döneminde sonuna kadar açılan muslukları gördü. Ama yine bu ülke, seçimlerin ardından yüksek enflasyonla, yüksek bütçe açığıyla, adeta kaşıkla verilenin kepçeyle geri alındığını da gördü. Böyle bir siyaset tarzı, böyle bir ekonomi yönetimi Türkiye’nin hakkı değil dedik ve tüm bu ağır faturalara son verdik.”
(22 Mayıs 2010)
O zamanlar ekonomi iyi idi, “epistemolojik kopma” olmamıştı, Merkez Bankası bağımsızlığını kaybetmemişti, kaybetmemişti, Erdoğan böyle rahat konuşuyordu. Ama yakın zamanda sözleri de var:
“Başbakanlığım döneminde 5 seçim geçirdik. Hiçbir zaman seçim ekonomisi uyulamadık, uygulamayız da… Niye? Çünkü seçim ekonomisi uyguladığınız zaman, bu halkıma zulmetmektir. Şimdi bakıyorum bazıları çıkıyor ‘Biz şu kadar vereceğiz, şu kadar size söz veriyoruz, öğretmene şu kadar, emekliye bu kadar vereceğiz’. Dürüst ol, dürüst. Siyaseti dürüstçe yapacaksın. Yoksa altında sadece sen değil, halkı da ezersin. Bu bütün dünya için geçerlidir.”
“Bizden önceki dönemlerde, seçim yılında ülke ekonomisi altüst oluyordu. Seçim ekonomisi derlerdi, sağa sola her şeyi saçarlardı. Kuru kuruya vaatler yapılırdı, yıllar geçti bunların hiçbiri yerine getirilmedi. Ama biz de hamdolsun böyle bir şey olmadığı gibi, buyurun şimdi bu yıl iki seçim olacak, ekonomimiz sürekli tırmanışta, daha iyi bir konumdayız. Niye? Yere sağlam basıyoruz. Bir seçim ekonomisi asla… Türkiye’de popülizm dönemi geride kaldı.”
***
Bakın şimdi, Erdoğan’ın “kuru kuruya vaatler yapılırdı ama bunlar yerine getirilmezdi ” sözünü okuyunca yine aklıma, hem vallahi hem billahi, ne dediysek o diyerek bin kere açıkladığı 2023 vaatleri geldi. Hani kişi başına milli gelirimiz 25 bin dolar olacaktı, ülkemizde işsizlik yüzde 5’e düşecekti, Türkiye dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer alacaktı, yoksulluk yüzde 10’un altına inecekti, enflasyon tek haneli sayıya düşecekti.
İki Erdoğan var karşımızda. İşine nasıl geliyorsa öyle konuşan. Dün ak dediğine bugün kara diyen. Dün reddettiği, ayıpladığı ne varsa bugün makul karşılayan.
Eski Türkiye’de olsaydı Erdoğan’ın işi kolay olabilirdi belki. Dün söyledikleri bugün unutulabilirdi, kendisi de geçmişteki açıklamalarının üzerine bir bardak soğuk su içebilirdi ama bugün öyle değil.
O halde bir soruyu sormamız, Erdoğan’ın da bu soruyu cevaplaması gerekiyor.
Erdoğan “musluklar sonuna kadar açılmış, bol keseden dağıtılmış, kısmi bir rahatlama sağlanmış, ama seçim sonrasında bu har vurup harman savurmanın bedeli de vatandaşa çok ağır şekilde ödetilmiştir” demişti ya…
Sorum şu: Şimdi Erdoğan muslukları sonuna kadar açtı, oy almak için yine geçici bir rahatlama sağlıyor da, bunun bedeli, faturası ne olacak? Bu bedel, bu fatura vatandaşın secimden ne kadar yüz milyarlarca dolar çekecek?
Bu soruları sormamız gerekiyor, çünkü Erdoğan AK Partinin kesesini, kendi şahsi kesesini açmadı. Açılan kese devletin. Erdoğan’ın da dün açık açık söylediği gibi bu tür seçim ekonomisinin faturasının ağır bir şekilde ödeyecek olan Erdoğan ve AK Parti değil, bizatihi vatandaşın kendisi.