Cumhurbaşkanı Erdoğan başbakanlığı döneminde, partisinin grup toplantısında Hazreti Ömer’in halife olarak sorumluluk duygusunun ve adalet anlayışını açıkça ortaya koyan “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer’den sorar diye korkarım” sözüne referansla şöyle demişti:
“Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır.” (20 Mayıs 2014)
İzmir’in Selçuk ilçesinde beş minicik çocuk, elektrikli sobanın devrilmesiyle çıkan yangında öldüler. Gerçekten minicikler, hepsi günlük ihtiyaçları bakımından her dakika bakıma muhtaç yaştalar; en büyükleri Fadime Nefes beş yaşında, Funda Peri dört yaşında, Aslan Miraç üç yaşında, Masal Işık iki yaşında en küçükleri en minicikleri Aras Bulut ise bir yaşında, yani henüz anne sütüyle beslenme döneminde.
Bu beş minicik çocuk önceki gün üzerlerine kilitli evde tek başlarına öldüler.
Bu küçücük çocukların trajik bir şekilde ölmelerinin sorumlusu kim?
Annelerinin sorumsuzluğu mu?
Eğer henüz 20’li yaşlarındaki genç anne çocukların üzerine kapıyı kilitleyip de konuya komşuya gezmeye gitseydi, kış kıyamet günü evde elektrikli sobayı açıp, minnacık bebeklerinin önüne oyuncaklar koyup kendisi de çarşıya pazara gezmeye gitseydi…
Bu çocukların ölümünden anne sorumlu olurdu.
Ama anne dışarıya gezmeye, tozmaya gitmemiş, sorumsuz değil, akli dengesinde bir bozukluk yok.
Çocukların babaları cezaevinde. Evin geçiminden anne Melisa Akcan sorumlu. Üstelik bir yaşındaki Aras Bulut anne sütü ile beslenme döneminde. Anne de emzirme döneminde bebeğinin sağlığı için kendisinin de iyi beslenmesi gerekiyor.
Yirmili yaşlardaki Melisa Akcan hem çocuklarına bakıyor hem de hurdacılık yaparak evin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. O gün akşamüstü topladığı hurdaların parasını almak için çıkmış ve evine döndüğünde çocuklarının cansız bedenleriyle karşılaşmış.
Ne olduysa evinden ayrıldığı o bir iki saatlik zaman aralığında olmuş…
İnsanın yüreği daralıyor, nefessiz kalıyor bu arş-ı âlayı titretecek bir dram karşısında.
Anneleri başlarında olsaydı, olabilseydi, ekonomik durumu kötü olmasaydı, ekmek parasına muhtaç olmasaydı, çocukların başında olacaktı ve bu beş minicik bebek de yaşıyor olacaktı.
Mevzunun temelinde yoksulluk var, parasızlık var, maddiyatsızlık var…
Ama AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’e göre bu çocukların bu şekilde ölmelerinin maddiyatla, parayla, hayat pahalılığı ile alakası yok.
AK Partili Zengin, TBMM Genel Kurulunda bu minik bebeklerin trajik ölümlerinde iktidarın rolünü, sorumluluğunu gündeme getiren muhalefet partili siyasetçilere “Mesele parasal değil” diyerek tepki gösteriyor, beş minnacık bebek ölmüş ama Zengin kendinden emin bir şekilde “yoğurdumuz ekşi değil” modunda, iktidarlarının sorumluluğunu açıkça reddediyor!
“Dönüyorsunuz, dolaşıyorsunuz her şeyi de paraya bağlıyorsunuz. Bu kadar acılı bir günde dönüp dolaşıp işi maddiyata getirmenizi anlamakta zorlanıyorum. Bütün bu problemlerin olmasının sebebi parasal sebepler mi?” diyerek ayar üstüne ayar veriyor!
Ankara Tabip Odası’na göre bugün ülkemizde her 10 çocuktan üçü ‘yoksul’ ama bu yoksulluğun elbette maddiyatla, parayla, pulla alakası yok!
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının kendi verilerine göre ailelerinin yanında en temel gereksinimlerini karşılanamayan ve ailenini yanından alınma riski bulunan çocuk sayısı 164 bin 995.
Ama bunun yine parayla, maddiyatla alakası yok elbette!!?
Mevzu başka!
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) raporuna göre Türkiye’de 6,5 milyon çocuk aşırı yoksul, okula giden öğrencilerin yüzde 19’u haftada en az bir gün parası olmadığı için okulda yemek yiyemiyor, yüzde 1.9’u ise hiç yemek yiyemiyor.
Tabi bunların parayla, maddiyatla alakası yok! Okul kantininde ekmek, tost, su parayla mı satılıyor?!
Annelerin çocuklarına besleme çantası hazırlamak için paraya, pula mı ihtiyacı var?
AK Partili Özlem Zengin elbette kendisinden emin bir şekilde iktidar olarak yaptıkları yardımları “110 bin lira bakanlığımız tarafından, kaymakamlık üzerinde de 9 bin lira civarında yardım yapılmış, elektrik ve başka destekler verilmiş” diyerek kendince muhalefete “meselenin parasal olmadığının” kapağını yapmaya çalıştı ama anne Melisa Akcan bu yardımları doğrulamadı, teyit etmedi “Ben 110 bin liralık yardım almadım. Bırakın 100 bini hiç yardım almadım. Asla para almadım. Kaymakamlık üzerinden 8 bin lira yardım yapılıyordu, onu da 4 bin liraya indirdiler. 4 bin lira ile beş çocuğuma nasıl bakarım?” dedi.
***
Biliyorsunuz AK Parti iktidarı için sayılar çok önemli. Yaptığı bütün hizmetleri, icraatları sayılarla ortaya koyuyorlar. Niteliğin bir önemi yok, nicelik önemli. Erdoğan 22 yıllık iktidarında eğitimde yaptıklarını, yaptırdığı dersliklerin, okulların sayısıyla açıklıyor, AK Parti iktidarı döneminde “kaç okul”, “kaç üniversite”, “kaç imam hatip lisesi”, hatta okullarda “kaç derslik” olduğunu yıllara göre dağılımıyla anlatıyor.
Çünkü önemli olan sayılar…
Nitekim Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da Melisa Akcan’ın beş çocuğuyla yaşamaya çalıştığı barakaya “sosyal gözlem için 18 kez” gittiklerini açıkladılar!
Sorunu çözemedikten sonra 18 değil 58 kez gitsen ne olur?
Devlet 18 kez gitmiş ama emzirme dönemindeki annenin derdine deva olamamış. Devlet sosyal yardım yapmış ama “verdiğimiz miktar yeterli mi yetersiz mi” diye bakmamış. O çocukları yaşadıkları o sağlıksız ortamdan çıkartamamışlar. Minnacık bebekleri daha insani bir ortama alacak çare üretememişler.
Devlet 18 kez gitmiş ama anneyi hurda toplamaktan kurtaramamış.
Bu nasıl devlet!
İktidar yetkililerine sorsan büyük devlet, güçlü devlet!
***
Çok değil daha iki ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bitlis’teki bir açılış töreninde “Yokluk ve yoksulluğun olduğu o eski günler artık tamamen geride kaldı, o eski Türkiye geçmişte kaldı” demişti.
Bu hadise, ülkemizdeki toplumsal eşitsizliğin, derin yoksulluğun, hayat pahalılığının, devletin sosyal yardımlarının yetersizliğinin, kötü ekonomi politikalarının ülkeyi getirdiği vahim tablonun acı bir yansımasıdır.
Dahası bu hadise iktidardaki yozlaşmanın, çürümenin, boyutunu ortaya koydu.
Bu bebekler yangın dumanında nefesleri kesile kesile ölürlerken, devletleşmenin AK Parti iktidarının siyasetçilerini nasıl da acımasız hale getirdiğini, merhamet, utanma duygularını nasıl da yitirdiklerini gözler önüne serdi.
Bu hadiseyi anlatırken gözyaşlarını tutamayan Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu “Alnı secdeye değenlerin iktidarında bunları mı yaşayacaktık? Bunu eleştirmek kastıyla söylemiyorum. Aynaya bakarak söylüyorum ve kahroluyorum, utanıyorum. Bunları durduramadığımız için utanıyorum” dedi.
Davutoğlu’nun bu sözlerini AK Partili bütün siyasetçiler düşünmeli, bir vicdan muhasebesi yapmalılar.
Bizim iktidarımızda bu beş çocuk bu şekilde nasıl öldü? Anne geçim zorluğu yaşamasaydı, sosyal devlet yardımları yeterli olsaydı bu çocuklar hayatta olacaktı.
Bu ölüm o çocukların kaderi değildi.
Yaşabilirlerdi.
Mevzu elbette parasal, bal gibi maddiyat… Ülkemizde bu tablonun oluşmasının sebebi elbette iktidarın kötü ekonomi politikaları, kötü yönetimidir.
Bu çocukların sorumlusu elbette iktidardır.
Ben asıl bu hadiseye ilişkin “Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne diyeceğini merak ediyorum.
***
Konuya ekonomi açısından bakarsak baş sorumlu enflasyondur. Enflasyonun gelir dağılımını bozması, fakirliği ve işsizliği arttırması, bütçe imkanlarını daraltma derin yoksulluğa, kötü beslenmeye yol açıyor.
Peki, iktidar grubu, iktidar milletvekilleri hiç “enflasyon konusunda genel görüşme” açtılar mı? İktidar milletvekilleri kendi grupları içinde bu “faiz sebep midir, acı ilaç mıdır” diye hiç sordular mı? Milletvekillerinin “denetim” diye bir görevi yok mu?
Bir ülkede iyi işleyen bir ekonomi, yanlışları düzeltecek etkin demokratik denetim ve denge mekanizmaları, sorumlulukları ortaya çıkarak özgür basın ve bağımsız yargı, şeffaflık ve hesap verirlik kültürü yeterince gelişmemişse… O ülkede ‘iş kazaları’ denilen faciaların, kötü beslenmelerin, açlık sınırında hayat kavgası veren ıstıraplı yaşamların çaresi de sorumlusu da bulunamıyor böyle.
O yüzden sürüp gidiyor böyle işte.