Bugün, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından, “Bıçak kemiğe dayandı” diyerek yollara düşmesinin dokuzuncu günü.
Dün, büyük bir özgüven içerisinde ‘Türkiye’nin iktidar sorunu yok, muhalefet sorunu var’, ‘ciddi bir muhalefet olması elbette Türkiye için de bir kazanımdır, keşke muhalefet olsa’ açıklamaları yapan hükümet yetkililerinin bugün, ‘adalet yollarda aranmaz’, ‘yollar yürünmekle aşınmaz’, ‘hızlı trenimize buyursaydın’ gibi açıklamalar yapmak yerine CHP’yi ve liderleri Kemal Kılıçdaroğlu’nu takdir etmelerini beklerdim.
***
Takdir etmeliler. Takdir etmeliyiz. Zira CHP’nin TBMM ve Anayasa Mahkemesi arasındaki yoldan başka yolların olduğunu bilmesi önemlidir. Seksen yıldır diline ‘laiklik’ sözünü pelesenk eden CHP’nin bugün ‘adalet’ demesi dahası ‘herkes için adalet’ diyebilmesi kıymetlidir.
Dün Cumhuriyet Mitingleri’nin organizatörlüğünü yapan, ‘laiklik elden gidiyor’ diyerek bütün kitlesini meydanlara çağıran CHP’nin bugün tabanını ‘adalet için yürümeye’ davet etmesi önemlidir elbette.
Ve bu Türkiye için, ülkemiz demokrasisi için bir kazanımdır.
Her ne kadar, CHP’nin eline ‘adalet için’ pankartını almasına sebep, Enis Berberoğlu’nun 25 yıl hapis cezasına çarptırılması olduysa da, Kılıçdaroğlu bu yürüyüşünün, tutuklu yargılamalar nedeniyle oluşan bütün mağduriyetleri kapsadığını söylüyor.
Beyan esastır.
Ayrıca OHAL sürecinde yaşanan ihraçların, tasfiyelerin, tutuklu yargılamaların toplumun geniş kesimlerinde mağduriyetler oluşturmadığını kim söyleyebilir ki?
Soruyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreçte kaç kez ‘at iti it izine karıştırılmasın’ uyarısında bulundu?
FETÖ ile mücadele etmiş isimler ile FETÖ arasında iltisak oluşturulmaya çalışılıyor, FETÖ ile bağı olmayan insanlar FETÖ kapsamında gözaltına alınıyor mu?
Ya da soralım: Tutuksuz yargılanması gereken isimler neden ısrarla tutuklu bekletiliyor.
Aylardır bitmesi gereken iddianameler niçin bekleniyor?
Ali Bulaç, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık gibi, mesela Cumhuriyet, Sözcü davalarındaki bazı isimler neden tutuksuz yargılanmıyor?
Yine mesela bir örnek, Cihangir İslam gibi özellikle bütün dindar kesimin üzerinde ittifak ettiği bir isim, İbrahim Kaboğlu gibi bir isim hangi gerekçe ile KHK listesine alındı da ihraç edildi?
İsimler çoğaltılabilir...
Mesela ‘mağduriyetlerin’ giderilmesi kurulan OHAL Komisyonu neden gecikmeye devam ediyor?
Devletin bekasını ilgilendiren bu kadar hayati bir davada ‘yargı’ nasıl hem kendi ayağına sıkarcasına, hem de Türkiye’yi hepten zora sokan, dışarıdaki imajına zarar veren, yanlışlıklara imza atabiliyor?
Bakınız mesele anlaşılsın diye bir örnek daha verelim: Ankara’da bütün yargı camiasını ayağa kaldıran, herkesi şaşkına çeviren, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, AK Parti Genel Merkez’e ‘at izi it izine karıştı’ içerikli bilgi notları, ‘büyük hata yapılıyor’ mektuplarının gitmesine sebep olan, Adalet Bakanı eski müsteşarı Birol Erdem’in gözaltına alınması hadisesi.
Şimdi bütün bunlar olup biterken ‘adalet’ talebinin toplumsal karşılığı olur mu olmaz mı?
Adalet yollar da aranır mı? Uzaklaşmaya başlamışsa, artık adaletin yitirildiğinin tehlike sinyalleri çalmaya başlamışsa... Daha da yitirmeden, adalet duygusu toplumda hepten körelmeye başlanmadan, iş işten geçmeden aranır. Talep edilir. Sokaklarda. Yollarda. Türkiye Büyük Millet Meclisinde.
Bakınız Aristoteles ne diyor: “Adalet kendisine ulaşılmasını isteyen bir erdemdir. Ayrıca bu erdem diğer insanlarla ilişkileri de düzenlediği için en önemli erdemdir. Adalet bütün erdemleri kendisinde toplar.
Adalet erdemin bir parçası değildir, ta kendisidir, aynı şekilde adaletsizlik de kötülüğün bir parçası değil ta kendisidir.
Devletin temeli adalettir, halk ancak adalet sayesinde rahat eder, adil olan adaletli olanın ne olduğunu söyleyebilmektir.” (Prof. Dr. Ömer Dinçer, Bilgi ve Hikmet Sahiplerinden Yönetim Dersleri, Alfa Yayınları, 2017)
Hükümet yetkilileri hal böyle iken, ‘adalet’ yürüyüşü ile dalga mı geçmeli, yoksa ‘adalet için’ yürünmesinin sebeplerini ortadan kaldırmak için kolları mı sıvamalı?
Velhasıl “adalet” talebinin toplumda neye tekabül ettiğine bakmaları gerekmiyor mu?
Emin miyiz? Adaletsizliğin yaşanmadığı konusunda? Emin miyiz? Yargıda yanlışlıklar olmadığı hususunda?
Yok... Ben, neredeyse 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar ‘muhterem hocaefendim, kurban olurum yollarına’ diyenlerin bugün ne yazdıklarına, ne söylediklerine, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adalet talebini samimi bulup bulmadıklarına dair ‘kıymetli!’ görüşlerinin ne olduğunu falan merak etmiyorum.
Diyelim ki, böyle. Kemal Kılıçdaroğlu ‘herkes için adalet’ talebinde samimi değil.
Diyelim ki böyle. Peki, soru şu: Türkiye’nin bir yargı, hukuk, adalet sorunu var mı, yok mu?
‘Adalet için’ pankartını taşıyan el Kemal Kılıçdaroğlu’nun eli olmasaydı da... Saadet Partisi Temel Karamollaoğlu’nun eli olsaydı ‘adalet sorunumuz var’ der miydik? Demez miydik? Yollara düşer miydik, düşmez miydik?