Salı günkü “Suçun kaydını alan ve dışarıya bırakan bir infaz sistemimiz var” başlıklı yazım üzerine bir yargı mensubu aradı. Kamuoyunda “suç kaydı” ile “sabıka kaydının” karıştırıldığını, hukuk sistemi açısından önemli olanın “sabıka kaydı” olduğunu söyledi.
Genç polis Şeyda Yılmaz'ın şehit edilmesinin ardından kamuoyunda “26 farklı suç kaydı” olan birinin cezaevinde değil de elini kolunu sallaya sallaya dışarıda dolaşıyor olması tepki çekti.
Önceki gün yazmıştım ama tekrar edeyim, “suç kaydı” özetle, polisin kendi iç sisteminde tuttuğu, kişi hakkında savcılık soruşturma başlattığında soruşturmaya, soruşturma ceza davasına dönüştüğünde davaya etki edecek kayıt, bilgi notudur.
“Sabıka kaydı” Adalet Bakanlığı tarafından tutulan, kişilerin işlemiş oldukları suçlardan dolayı haklarında verilen kesinleşmiş cezalara ve güvenlik tedbirlerine ilişkin karar ve bilgilerin yer aldığı hukuki, resmi kayıttır.
Dolayısıyla Şeyda Yılmaz'ı şehit eden Yunus Emre Geçti eğer “26 ayrı suçtan” hakkında “sabıka kaydı” olsaydı ve elini kolunu sallaya sallaya dışarıda dolaşsaydı bu ayrı bir tartışma konusu olacaktı.
Peki, ülkemizde böyle bir sorun yok mu?
İsmi bende mahfuz olan değerli yargı mensubu; Türkiye’de yargı sistemindeki temel problemin, sistematik olmayan, bütünlüğü bozan, günlük ve siyasi çıkarlara göre düzenlenen parça bölük kanunlardan kaynaklandığını söyledi. Sistematik olmayan, hukuki bütünlük taşımayan, sadece günün ihtiyaçlarına göre yapılan kanunları “kazuistik” olarak nitelendirdi. Yani sistemik bütünlükten uzak, olaycı, her vakaya yönelik, gelişen her bir olay üzerinden hareketle kanun hazırlama yöntemi anlamına geliyor.
Bu aslında tarihimizde Enver Paşa’ya atfen ifade edilen “yok kanun, yap kanun” zihniyetidir.
*
Falih Rıfkı Atay, İttihat Terakki dönemi hatıralarını anlattığı Zeytindağı adlı kitabında bu hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Cemal Paşa yaverinden bir hususun halledilmesini ister, yaveri elinde bir kanun maddesiyle gelir, aralarında şu konuşma gerçekleşir:
- “Efendim kanunu getirdim”
“Ne kanunu?”
“Emir buyurduğunuz mesele ile ilgili elimizdeki kanun sarihtir, bu mesele emriniz gibi halledilemez.”
Cemal Paşa yaverine dönerek, “bana bir müsvedde kağıdı getiriniz” der ve Harbiye Nazırlığı’na müstacel bir telgraf çeker ‘Şu numaralı kanunu hemen şu şekilde değiştirerek bana metnini müstacel telgrafla bildiriniz.’
Bir kumaş bile bu kadar kolay ısmarlanmaz. Yukarıda bürokrasiden şikayet etmiştim. Bütün şikayetler doğru olabilir, fakat Büyük Harbin kanun kafası, bürokrasi kadar zararlı idi.
“Bir mesele için emir buyurmuştunuz. Hâlbuki elimizdeki kanun sarihtir, bu mesele emriniz gibi halledilemez.”
Cemal Paşa Boyacıköyü’ndeki yalısında son günlerinden birinde ‘Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım, ben bozarım.’ Bu Enver Paşa’nın ‘Yok kanun, yap kanun’ sözünü hatırlatır. Enver Paşa anlamayanlara izah ederdi: ‘Yaparım olur, bozarım olmaz.’
(Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı)
Ülkemizde maalesef hukuk sistemini bir bütün olarak geliştirmek yerine ‘bugün şöyle bir ihtiyaç var ona kanun çıkar, şöyle bir sorun var ona göre kanun yapalım’ mantığıyla hukuk sistemimiz bütünlüğünü kaybetti, işin içinden çıkılamaz hale geldi.
*
2020 yılında çıkarılan “Yeni İnfaz Yasası” düzenlemesi bunun en somut örneklerinden biridir. Bugün bu sorunların ortaya çıkmasının en büyük sebebi de maalesef bu sık sık değişen infaz düzenlemeleridir.
İnfaz karmaşası ve toplumdaki cezasizlik algısı ile ilgili yargı mensubunun değerlendirmeleri özetle şöyle:
“Ceza yasalarımızda bir sorun yok.İslenen suçların hepsinin TCK’da cezası var. ‘Yağma’, ‘adam yaralama’, ‘hırsızlık’, ‘uyuşturucu kullanma, satma’ gibi suçların cezası var. Hatta ceza kanunlarımız bu bağlamda gayet iyi. Hatta bu suçların cezaları artırıldı. Örneğin Türk Ceza Yasası’na göre nitelikli hırsızlık suçunun cezası 5 yıldan başlıyor. Ceza süresi arttı ama çekilen ceza açısından infaz sisteminin eski infaz yasası kadar etkisi yok.
Yani hapis cezası alan kişi eski İnfaz Kanunu’ndaki kadar bile yatmıyor. Açık cezaevi, denetimli serbestlik gibi hükümler devreye giriyor yani kısa sürede hükümlü dışarı çıkıyor.
Yargı mensubumuza göre bir önemli sorun da genelde tüm davaların uzun sürmesi; ‘hırsızlık’, ‘yağma’, ‘uyuşturucu kullanma, satma’, ‘yağma’ gibi suçlardan yargılananların davalarının uzun sürmesi. Tutuksuz yargılanan bu suçlular, yargılamalar sürerken dışarıda yine suç işlemeye devam ediyor. Çünkü aynı zamanda suçun cezası var ama yatarı yok, ‘girecek’ ve ‘çıkacak’. Oysa diyor değerli yargı mensubumuz “Bu suçların yargılamaları uzun sürmemeli, hükme bağlanmalı. Ve suçlu ne kadar ceza alıyorsa aldığı cezanın şartla tahliyeye kadar yatar kısmı infaza dönüşmeli ki bu tür sıkıntılı kişilerin toplum içinde suç işleye işleye dolaşmasının önü kesilmeli. İnfazların terbiye edici, caydırıcı olması gereken özelliği göz ardı edilmemeli.”
Lozan Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre Türkiye 350 bin mahkum ve tutuklu sayısıyla Avrupa ülkeleri arasında lider ülke konumunda.
Türkiye’nin Avrupa ülkeleri arasında lider ülke olacağı alan bu mudur? Ülkemiz adına utanç verici değil mi? 350 bin vatandaşını cezaevinde tutan bir devlet nasıl bir devlettir? Cezaevlerini dolduran, sonra doluluğu rahatlatmak için bu kez suçluları toplumun içine salan bir yargı sistemimizin olması gerçekten utanç verici değil mi? Böyle bir tablonun ortaya çıktığı bir ülke için hukuk devleti nitelendirmesi yapmak mümkün mü?
2005 yılı öncesindeki İnfaz Yasası’nın bu bağlamda daha etkin olduğunu ifade eden değerli yargı mensubumuzun şu tespiti kıymetli: “Bu tür suçların yargılamaları uzun, cezaevlerinde kapasitesinin üzerinde tutuklu ve hükümlü var. Pandemi tedbirleri kapsamında İnfaz Kanunu’nda yapılan yeni düzenlemeler pek çok sorunu da beraberinde getirdi.”
Yargı mensubumuza göre sorunun çözümü aslında gayet basit: “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki 5275 sayılı kanunun 105/A maddesi dahil sonrasındaki bütün maddelerin yeniden elden geçirilmesi. Ve kanunların günü birlik sorunlara göre değil, hukukun temel esaslarına, prensiplerine göre yapılmasıdır.”
*
‘Hakim, savcı atamalarında meslekte yeni hakim ve savcıların 1. bölgelerde görevlendirilmememesi gerektiğini’ söyleyen değerli yargı mensubumuz “HSK birinci bölgelere mesleğinde tecrübeli hakim ve savcıları göndermeli ve bölge sistemi titizlikle uygulanmalı. Tecrübeli hakim ve savcılar ile soruşturmalar, davalar daha sağlıklı yürür” tespitinde bulunuyor.
Sonuç olarak;
Şeyda Yılmaz’ın şehit edilmesinin ardından yeniden gündeme gelen İnfaz Yasası ve 22 yıllık iktidarda çıkan kanunlar, yargı sistemini düzelteyim derken nasıl karman çorman hale getirdiğini gösteriyor.
Özetle bütün bunların ceremesini bütün bir toplum ödüyor. Bu ülkenin artık gerçekten normalleşmeye, çağımızdaki anlamıyla “hukukun üstünlüğü”nü bütün kurumlarıyla ve kurallarıyla gerçekleştirmeye ihtiyacı var. Ülkemizin hukuk devleti rayına oturtulması gerekiyor hem de bir an önce…