Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Haziran seçimlerinden beş gün önce yaptığı konuşmada şöyle demişti:
“Bu kur, enflasyon filan, bunların hiçbirisi bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil. Bizim geleceğimizi biz belirleyeceğiz. Siz 24 Haziran’da bu kardeşinize yetkiyi bir verin, ondan sonra bu kurlarla, dövizlerle, bu faizlerle nasıl uğraşılırmış, beli nasıl kırılırmış göreceksiniz.” (19 Haziran 2018)
Sayın Erdoğan’ın seçmenlerden yetki istediği gün, dolar 4.74 seviyesindeydi. Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş için seçim sath-ı mailine girdiğinde, dolar 4.4, Euro 4.90, TCMB politika faizi yüzde 30’du. Türkiye’de enflasyon oranı ise yüzde 11’lerdeydi.
Geniş tanımlı işsiz sayısı 6 milyondu. Türkiye’nin dış borcu ise 460 milyar dolardı.
Türkiye 4 yıldır, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin mimarlarından, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un tanımıyla, bakanların “siyasi teknisyen” olduğu, “istediği kararı istediği şekilde verebilen tek kişilik hükümet sistemiyle” yönetiliyor.
Ülkemizin yüzde 53. 66’sı ülkeyi uçurması, dövizin, enflasyonun, faizin belini kırması için Cumhurbaşkanı istediği yetkiyi verdi.
Peki bugün durum ne?
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan vaat ettiği gibi kurun, enflasyonun, faizin belini kırdı mı?
Beli kırılan dolar 8.30, Euro 9.90 olur mu?
Beli kırılan enflasyon yüzde 17, faiz yüzde 19 olur mu?
Ülkenin ekonomisini uçuracak bir hükümet sisteminde 10 milyon işsiz olur mu?
İhracat rekorları kıran, ekonomisi büyüyen bir ülke dışarıya olan 460 milyar dolar borcunu 4 yılda neredeyse bitirme aşamasına gelmez miydi?
AK Parti iktidarı Türkiye’nin dış borcunun hala 450 milyar dolar olmasını izah edebilir mi?
Bir de üstüne üstlük bu hükümet sisteminde Merkez Bankası’nın 128 milyar dolar rezervi eksiye düşmüş. Kara günler için saklanan ihtiyat akçesine de ne olduğu belli değil!
Sayın Erdoğan’ın bugün kurun, enflasyonun, faizin belini kırmaması için önünde bir engel var mı?
Bütün yetkiler elinde. Bütün kurumlar elinde.
Türkiye’nin en büyük ikinci şirketi konumundaki Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Cumhurbaşkanı’na bağlandı.
Merkez Bankası Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı, “laf dinleyen” hale getirildi.
Devlet Denetleme Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı, Milli Saraylar İdare Başkanlığı, Türkiye Varlık Fonu, Savunma Sanayi Başkanlığı, Anadolu Ajansı, Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar, Rektörler, Sosyal Güvenlik hatta Tapu Kadastro bile Cumhurbaşkanına bağlı.
İstanbul Boğazı ile ilgili planlama, izin ve denetim yetkileri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alınarak Cumhurbaşkanlığına bağlandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan en son kendisine verdiği yetkiyle bütün devlet memurlarına disiplin amiri oldu. 40 yıla yakın süredir uygulamada olan memurların disiplin işlemlerini düzenleyen yönetmelik bir gecede değişiverdi.
Kanunları ödüllendirmek istediği kişilere göre değiştiriyor, kanunları istediği kişiye göre düzenliyor sonra işlem tamamlandıktan sonra kanunları yine eski haline getiriyor.
Büyükşehir belediyelerindeki “yüksek disiplin kurulları” kaldırıldı. Bu yetkilerde İçişleri Bakanlığına verildi.
Yıllardır belediye şirketlerine ve iştiraklerine yönetici atama yetkisi de belediye başkanlarından alınarak belediye meclisine verildi.
Uluslararası sözleşmeleri bile Cumhurbaşkanı Kararname’siyle feshettiğini açıkladığı bir konjonktürde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın enflasyonun, faizin belini kırmasının önünde bir engel var mı?
Sayın Erdoğan çıkıp da “ülkenin ekonomisini uçuracaktık ama”, “ülkeye, vatandaşa hizmet edecektik ama” önümüze bürokratik engeller çıktı, ayağımıza prangalar vuruldu diyebilir mi?
Dört yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yetkilerinin kapsamı düzenli bir şekilde artıyor. Gücüne güç ekleniyor.
Bütün yetkiler tek elde toplandı ama bu yetkilerin tek elde toplanmasının ülkeye artısı oldu mu?
Bu hükümet sistemi ülkenin vatandaşlarını daha huzurlu, daha mutlu hale getirdi mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan 19 Haziran 2018’de “Hele yetkiyi şu kardeşinize bir verin de görün” dedi.
Ülkenin yüzde 53’ü yetkiyi verdi.
Peki sonuç ne? Diyelim ki “ülkenin kötü yönetiliyor”, “işler iyi gitmiyor”, “işsizlik var”, “ekonomi kötü” diyen Cumhur İttifakı’na oy vermeyen yüzde 50’si doğruyu söylemiyor.
AK Parti’ye oy verenler iktidarın ülkeyi iyi yönettiğini söylüyor mu? Bu hükümet sistemi geldi de refah düzeyimiz arttı, paramız kıymetlendi, istihdam öyle arttı ki işler arasından iş beğeniyoruz diyor mu?
***
Ülkemizin saygın Anayasa hocalarından Prof. Ergun Özbudun “Anayasalcılık ve Demokrasi” kitabında Alexander Hamilton’un şu tespitini aktarıyor:
“İnsanlar melek olsalardı, hiçbir devlete gerek olmazdı. Eğer melekler insanları yönetiyor olsalardı, devlet üzerinde ne dış ne iç denetimlere gerek olurdu. İnsanların insanları yöneteceği bir devletin kurulmasında en büyük güçlük şudur: İlkin, devletin yönetilenleri denetlemesini sağlamalısınız, sonra da onu, kendisini denetlemeye mecbur kılmalısınız. Halka dayanmak, şüphesiz, devlet üzerindeki başlıca denetimdir, ancak deneyler, insanlığa, yardımcı önlemlerin de gerektiğini öğretmiştir.” (Sh. 38)
Bütün tarihi tecrübeler göstermiştir ki, yetkilerin tek elde toplanması bir ülkeye ancak mutsuzluk ve acı getirir. Çünkü bütün yetkilerin tek elde toplanması mutlak güçtür. Mutlak gücü elinde tutan ise onu mutlaka kötüye kullanır.
Yine Sayın Özbudun hocamız kitabında ABD Anayasası’nın kurucu babalarından James Madison’un kuvvetler ayrılığı ilkesini anayasa yazmanın yeterli olmayacağını, bunun ancak kağıttan engeller olacağını, erklerin kendi sınırlarını aşmasının önüne geçmek için sınırlarının açıkça yazılması gerektiğini, çünkü bütün iktidarların yayılmacı bir ruha sahip olduğunu söylüyor. Madison şöyle diyor:
“Organların anayasal sınırlarının kağıt üzerinde belirlenmesi, devletin bütün yetkilerinin aynı ellerde müstebitçe toplanmasına yol açan yayılmacılıklara karış yeterli bir korunma aracı değildir.” (Sh.16)
ABD 1800’lü yıllarda iktidarların gücü nasıl daha fazla sınırlanır, tek elde toplanmasının önüne nasıl iyi geçilir diye çaba sarf ediyordu.
2018’de Türkiye davullarla zurnalarla bütün yetkileri tek elde toplayan sisteme geçti.
İyi oldu mu?