Olan biteni hayretler içerisinde izliyorum! Türkiye’nin dirliğini, bütünlüğünü, toplumsal uzlaşma içerisinde olmasını istemeyen birileri, tam da ‘birlik ve beraberliğe ihtiyacımızın en fazla olduğu şu günlerde’ kafayı Yargıtay Başkanı’mız İsmail Rüştü Cirit’e takmış durumdalar!
Ben, böylesi histeri, beni hayretlere düşüren böylesi paranoya görmedim!
Göreceğimi de sanmıyorum!
Mevzuyu biliyorsunuz.
Fırtınayı çıkartan, geçen hafta, Rize’de Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Danıştay, Sayıştay ve Yargıtay başkanlarımızla hep birlikte ‘uyum içerisinde’, ellerinde ‘çay kesme makaslarıyla çay kestiklerini gösteren bir hatıra fotoğrafı oldu.
Kıyameti kopartan ise, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhalefeti eleştiren konuşmasını ‘alkışlamaları’ oldu...
***
Yazının başında da dediğim gibi ortaya çıkan ‘bu uyumlu’ tablo birilerini rahatsız ediyor!
Diyorlar ki, yargıçların, Cumhurbaşkanı’yla ziyaretlere gitmeleri, Cumhurbaşkanı’nın konuşmasına alkış tutmaları yargıçların bağımsızlığına, tarafsızlığına halel getirir...
Diyorlar ki, böylesi bir tablo toplumun adalet duygusunu zedeler!
Diyorlar ki, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir durumdur bu!
Yargıtay Başkanı Cirit, o gün bugündür tane tane ‘durumu’ anlatmaya, izah etmeye, açıklığa kavuşturmaya çalışıyor.
Ne yalan söyleyeyim, hukukçu olmadığım için, keyifle takip ettiğim bir polemik bir tartışma olsa da bu tartışmaya girmeye hiç ama hiç niyetim yoktu.
Ancak, Yargıtay Başkanı’nın hem fotoğraf karesindeki ‘arkadaşları’ tarafından hem de ‘uyumlu’ dönemin ‘uyumlu’ ve ‘herkese had bildirmekte mahir’ medyası tarafından yalnız bırakılmasına içim elvermedi!
Hele bir de Sayın Cirit’in “Bu tür gezilere ve toplantılara katılmam temsil ettiğim makam nedeniyle devlet protokolünün bir gereğidir” açıklamasını duyunca...
Tamamdır, dedim.
1920–1922 arasında Yargıtay Başkanlığı yapan Hasan Fehmi’den 1960-66 Recai Seçkin’e, Ferruh Adalı’dan, Derviş Turhan’a, Sami Selçuk’tan Hasan Gerçeker’e ve bir önceki dönem Yargıtay Başkanı Ali Alkan’a kadar bütün dönemlere bakmaya çalıştım.
İsim isim. Hatta hassaten Cemal Gürsel, Kenan Evren ve hatta kendisi de bir hukukçu olan Ahmet Necdet Sezer dönemine baktım...
Böyle bir ‘devlet geleneği’nin izlerine rastlayamadım...
Bugün ‘yargı tarihine kara bir leke olarak geçen’ pek çok hadise ile, bugün pek de hayırla yad edilmeyen yargıç isimleriyle bir kez daha karşılaştım.
Sayın Cirit...
Sizin bahsettiğiniz ‘devlet geleneği’ne somut bir delil olur mu, bilmiyorum ama Taha Akyol’un Atatürk’ün İhtilal Hukuku kitabında ve Mete Tunçay’ın vermiş olduğu bir mülakatta şöyle bir hadiseyle karşılaştım.
Mustafa Kemal Paşa, 5 Ağustos 1929 gecesi İstanbul’a giderken Eskişehir’de de duracaktır. Temyiz üyelerine haber salınıyor. Gece yarısı tüm temyiz üyeleri Eskişehir tren istasyonunda toplanıyor. Atatürk sabaha karşı geliyor. “Sizler kanun adamlarısınız, elinizde kanun gücü var, bu gücünüzü bizim için kullanacaksınız” diye onları uyarıyor, yargıçları irşat ediyor. Yargıçlar da elleri patlayıncaya kadar alkışlıyorlar. Yani inkılabına yargı desteği istiyor. Pek tabidir ki, Atatürk’ün yargıya bakışı malum. Atatürk, hayatı boyunca, kuvvetler ayrılığını reddetmiş, kuvvetler birliğini savunmuş, kuvvetler ayrılığını savunanların ise ‘mecnun ya da delirmiş olduğuna’ inanan birisi.
Elbette “tek parti” dönemi bugün pek hayırla yad edilmiyor.
Sayın Cirit!
Bu anektod sizin “devlet geleneği” argümanınıza delil olur mu, bilmiyorum.
Ancak ben başka bir örnek bulamadım!.
Siz söylüyorsanız mutlaka böyle bir ‘devlet geleneğimiz’ vardır. Size inanıyorum. Bizi “devletimizin bu geleneği” konusunda elinizdeki bilgilerle aydınlatırsanız pek müsterih olurum.
Ben yine de size inanıyorum. Belki de şöyle bir şey var..
Türkiye olağanüstü bir dönemden geçiyor.
Devlet geleneğimize dair var olan belgeler “kripto” birileri tarafından silinmiş olabilir, ben o yüzden görememiş olabilirim!