6 Şubat sabah Pazarcık merkezli 7.8 büyüklüğünde deprem olduğunu öğrendiğimizde can kaybının hasarın nerelere tırmanabileceğini tahmin edemiyorduk. Kısa sürede deprem bölgesinden gelen haberler, fotoğraflar, videolar 10 ilimizde taş üstünde taş kalmadığını, depremin çok büyük bir felakete sebep olduğunu, korkunç bir trajediyle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyordu.
Kıyamet kopmuş gibiydi. Binlerce insanımız enkaz altındaydı, deprem on şehrimizi yutmuş gibiydi, ama sadece gördüğümüz kadarını biliyorduk ve gördüğümüz kadarı bile korkunçtu.
Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin, depremin ilk saatlerinde yıkımın büyüklüğünü anlatırken İslahiye’yi örnek vererek “60 bin kişilik ilçenin yarısı yok, ben böyle bir felaket görmedim” demişti. (6 Şubat)
Depremin büyük bir trajediye dönüşeceğinin ilk işaretini bir baba ve kızı vermişti aslında.
Fotoğrafı hatırlayın, bir baba vardı, enkazın altından kendisi çıkmış, kendi imkanlarıyla küçük kızını kurtarmaya çalışıyordu. Küçük kız babasıyla konuşuyordu, canlıydı. Enkazın altından küçük elleri görünüyordu. Çevredeki bütün vatandaşlar o küçük kızı kurtarması için babaya yardım etmeye çalışmışlardı, babası kızının ellerini tutuyor, ‘birazdan kurtulacaksın’ diyordu. Kaç kişi o küçük kızı kurtarmaya çalıştı ama kurtaramadılar. Saatler geçmesine rağmen devletin orada olması gereken profesyonel yardım ekipleri ortada yoktu.
O küçük kız bütün Türkiye’nin gözünün önünde öldü, babası sonra ölen kızının elini, kızının cansız bedeni enkazın altından çıkıncaya kadar tutmaya devam etmişti.
***
Devletin her koşulda, her fırsatta afet bölgesine ulaşması gereken profesyonel kurtarma ekipleri bölgeye ilk anda ulaşabilselerdi o küçük kız Irmak belki de hayatta olacaktı. Devletin profesyonel yardım ekipleri ne Irmak’a yetişebildiler ne de başka Irmaklara. Ne Irmak’ın babası ulaşabildi yardım ekiplerine ne de başka babalar, anneler ulaşabildiler.
Çünkü afet bölgesine intikal edemediler bir türlü, çünkü koordinasyonu sağlayamadılar, kimsenin kimseden haberi yoktu.
En kıymetli ilk 48 saatte kurtarma ekipleri yoktu, afetzedelere ilk anda su, gıda, barınma, ilk şoklarını atlamada yardımcı olacak, barınma ihtiyaçlarını sağlamakla yükümlü Kızılay ortada yoktu.
Afetzedeler ilk gecelerini sokaklarda, arabaları olanlar arabalarında geçirdiler.
Kurtarma ve yardım ekipleri yoklardı ama ısrarla afet bölgesinde hem de her yerde olduklarını, koordinasyonda bir sıkıntı olmadığını söylediler.
Devlet ‘oradayız’ dedi, afetzedeler depremin ilk anından itibaren günlerce ‘devlet nerede’ diye feryat etti.
***
Depremin ertesi günü (7 Şubat 2023) Kızılay eski başkanı Tekin Küçükali Karar TV’de konuğumuzdu. Yanılmıyorsam Kızılay başkanlığından ayrıldıktan sonra ilk kez bir yayın davetini kabul ederek programımıza çıktı.
Kim Tekin Küçükali? 1999 depreminde büyük itibar kaybı yaşayan Kızılay’ı yeniden ayağa kaldıran, yeniden itibarlı bir kurum olmasını sağlayan bir isimdir. Başkanlığı döneminde çok başarılı işlere imza attı, olası İstanbul depremi için projeler hazırlamıştı. Kartal, Bursa, Adapazarı, İzmit gibi kritik noktalara afet anında acil müdahele imkanı sağlayacak lojistik merkezlerin inşa edilmesini sağlamıştı…
Tekin Küçükali’ye programda “Enkazdan kurtulan afetzedeler bu geceyi soğukta, sokaklarda geçirdiler. Çünkü Kızılay’ın çadırları bölgeye henüz ulaşamadı, AFAD bölgede yok. Devlet yetkilileri, AFAD ve Kızılay yetkilileri bölgede olduklarını söylüyorlar. Siz yıllarca Kızılay başkanlığı yaptınız, depremin şiddeti çok büyük, yıkım büyük. Çadırların ulaşamaması normal bir durum mudur?” diye sormuştuk.
Özetle şunları söylemişti:
“Olmayan bir şeyi göremezsiniz, göremeyen siz değilsiniz, ben de göremiyorum maalesef çünkü Kızılay orda yok. Adı üstünde afet, Kızılay her şart ve koşulda oraya intikal edebilmeliydi. Yıllarca başkanlığını yaptığım kurum Kızılay. Sözün bittiği yerdeyiz. Kızılay’ın orada olmamasından utanç duyuyorum. Maalesef bu kurum bu hale getirildi. Çünkü sistem bozuldu, Kızılay’daki bütün liyakat sahibi yetkin kadrolar, personel, şube başkanları, yöneticileri saf dışı bırakıldı. İşin ehli kadrolar olmadığı için Kızılay afet bölgesine intikal edemedi, koordinasyon sağlanamadı. Bir de Kızılay AFAD’a bağlandı, etkisizleştirildi. Bizim büyük çadırlarımız vardı ‘Yavuz çadırları’ diyorduk onlara. İçine 100 kişi sığardı. Afetin ilk saatlerinde afetzedelerin ilk şoklarını atlatmaları için bu çadırlar kurulurdu ve hızlıca kendi çadırlarına yerleştirilirdi. Kızılay çadır kuramadı, bunun adına afet yönetimi diyemeyiz. Kızılay sivil toplum kuruluş olmaktan çıktı, bir holdinge dönüştü. Beceremedik demeleri lazım.” (7 Şubat)
Küçükali’nin ‘Kızılay bir holdinge’ dönüştü sözünü o gün tam olarak anlayamamıştım. Sanırım o gün Karar TV’de Tekin Küçükali’yi dinleyen izleyicilerimizin çoğu da ‘ticari holding’ benzetmesiyle ne demek istediğini anlayamamıştı.
***
Kah utanarak, kah öfkelenerek, kah yaşadığımızdan utanarak nelere şahit olduk, nelere tanıklık ettik, şu yirmi günde… Bunları teker teker yazacak değilim, zaten gözümüzün önünde yaşandı her şey.
Devlet ne enkazın altındaki ‘yardım isteye isteye ölen’ vatandaşlarına yetişebildi, ne enkazdan kurtulan vatandaşlarına bir çadır götürebildi.
“Güçlü devletiz” diyerek yeri göğü inleten, “itibardan tasarruf olmaz” diyerek şaşa içinde yaşayan iktidarın Kızılay’ının çadırı yoktu.
Biz öyle biliyorduk…
Meğer öyle değilmiş, varmış Kızılay’ın çadırları…
**
Deposundaki çadırları hızlıca afetzedelere ulaştırması gereken Kızılay’ımızın, depremin üçüncü gününde AHBAP Derneği’ne 46 milyon liraya sattığı ortaya çıkınca Kızılay eski başkanı Küçükali’nin “Kızılay ticari holdinge dönüştü’ tanımı ete kemiğe dönüştü, somutlaştı.
İtiraf etmeliyim ki, Cumhuriyet gazetesinden Murat Ağırel’in yazısını okuduğumda inanmadım, inanamadım, belki de inanmak istemedim bilmiyorum “bu kadarı da olmaz, doğru değildir” demiştim. (25 Şubat)
Oysa bu kadarı da olmaz dediğimiz ne varsa olduğunu görmüyor muyduk!
Ama Kızılay! Bizim Kızılay’ımız, bu ülkenin Kızılay’ı. On binlerce vatandaşı gözünün önünde ölürken, on binlerce vatandaşı kar kış kıyamet sokaklarda yatarken deposunda çadırlara müşteri aramaz değil mi? O çadırlar satılmak için değil, afetzedelere ulaştırmak için o depolardadır değil mi?
Bu kadar vicdansızlık olabilir mi? Hangi yasal durum bu vicdansızlığı haklı kılar?
Ama olmuş, Kızılay Başkanı çıktı, göğsünü gere gere bu satışı doğruladı, ‘yasal ve ahlaki’ olduğunu söyledi!
Kızılay afetzedelerin üzerlerinde incecik kıyafetlerle soğuk kış gecesinde sokaklarda kalmasına, bazılarının soğuktan donmasına göz yummuş, çadırları deposunda tutmuş!
Ülkemizin insanları soğukta donarlarken, bu dram karşısında Kızılay yöneticilerinin gözleri bile kıpırdamamış!
Müşteri beklemişler, çadırları satmak için!
Bunu da ‘yasal ve ahlaki’ bir durum diye savundular, gözümüzün için baka baka!
Skandalın bununla sınırlı olmadığını öğrendik, Kızılay deprem bölgesinde çadırda ezcane açmak isteyen Türkiye Eczacılar Birliği’ne parayla satmış!
Ülkemizdeki özel şirketler, bu ülkenin insanları neyi var neyi yok, afetzedelere götürürken Kızılay tüccarlık yapmış! Ticaret yapmış!
Bu rezillik bile değil..
Sonra da halkın tepkisini görünce Kızılay başkanı çıktı bu kez de ‘görmedik, duymadık, bu satıştan haberim yoktu, personel inisiyatif kullanmış, haberim olsaydı hede höde’ demeye başladı!
***
İlk 48 saat önemli. Millet İttifakı’nın bütün liderleri, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti lideri Meral Akşener, Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu, Demokrat Parti lideri Gültekin Uysal, Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, DEVA Partisi lideri Ali Babacan, TBMM çatısının altındaki vicdan sahibi bütün siyasetçiler ilk 48 saatin, 72 saatin, 20 günün hesabını sabah akşam sormalılar. Devlet ilk 48 saatte neden afet bölgesine intikal edemedi? Koordinasyon neden sağlanamadı? Devlet enkazın altında niye kaldı? Cevabını alıncaya kadar sormaya devam etmeliler.
Kızılay’ın deposundaki çadırları neden beklettiğini, neden afetzedelere ulaştırmak yerine parayla sattığı sorulmalı.
Hayatını kaybeden 50 bin insanımızın kaçı en kıymetli 48 saatte ve en kritik 72 saatte oluşan aksaklıklar yüzünden hayatını yitirdi?
Devletimizin yetememesi kaç insanımızın canına mal oldu? Kaç canımız yardım bekleye bekleye öldü?
Gerçekten sözün bittiği, tuzun koktuğu yerdeyiz.