Şükürler olsun ki “10 büyükelçi” krizi dönüşü mümkün olmayan yollara girilmeden çözüldü. Onlar görevlerini kaldıkları yerden icra etmeye, AK Parti sözcüsü Ömer Çelik’in ifade ettiği gibi devletimiz de “ülkemiz ve kendi ülkeleri arasındaki bağları güçlendirmek için çalışan bu diplomatlara” misafirperverlik göstermeye devam edecek.
Mevzu malum, ancak kısaca üzerinden geçmekte fayda var.
ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda büyükelçileri yayınladıkları ortak bildiri ile uluslararası hukuk teamülleri ve milli hukuk kurallarını hatırlatarak Türkiye’ye Osman Kavala hakkındaki AİHM kararını uygulaması çağrısında bulundular. (18 Ekim)
Büyükelçiler topluca altına imza attıkları bildiri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı fena halde kızdıracaklarını bilmiyor olamazlardı değil mi? Bu bildiri ile neyi amaçladıkları, ne yapmaya çalıştıkları ayrıca bir tartışma konusu.
Devam edelim…
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan hiç şaşırtmadı “Talimatı verdim ’10 Büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini halledeceksiniz’ dedim. Bunlar Türkiye’yi tanıyacak, anlayacak, bilecekler. Türkiye’yi bilmedikleri, anlamadıkları gün burayı terk edecekler.” açıklaması yaptı. (23 Ekim)
Erdoğan’ın bu açıklamasının üzerinden 48 saat geçti, Dışişleri Bakanlığı “persona non grata” kuralını uygulama konusunda herhangi bir adım atmadı.
Bu 48 saat içerisinde büyükelçilerden de geri adım anlamına gelecek bir açıklama olmadı.
***
Pazartesi günü Osman Kavala bildirisine imza atan, Türkiye’ye hukuk hatırlatması yapan ABD, Kanada ve Hollanda büyükelçileri 18 Nisan 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne bağlı olduklarını söyleyen bir açıklama geldi.
Ama sonuçta yayınladığımız bildiri hataydı, yanlıştı, özür diliyoruz demediler.
Bu açıklamanın ardından Anadolu Ajansı “bu açıklamanın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından olumlu karşılandığını” duyurdu. Sonra AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik Türkiye’nin ülkemizde görev yapan diplomatlara karşı ne kadar misafirperver olduğuna vurgu yapan bir tivit attı.
Sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan bakanlarıyla yaptığı toplantının ardından “Niyetimiz asla kriz çıkarmak değil, ülkemizin egemenlik haklarını korumak. Bühtandan geri dönüldü. Bu büyükelçilerin artık beyanlarında daha dikkatli olacaklarına inanıyoruz” açıklaması yaptı.
Sonra da Beştepe İletişim Başkanı Fahrettin Altun sosyal medya hesabından “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’deki 10 büyükelçiliğin yaptığı kabul edilemez açıklamaya karşı gösterdiği liderlik için minnettarız. Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Türk milli egemenliği ve milletimizin güvenliği söz konusu olduğunda tavizsizdir. Bir kez daha dik durdu ve dünyaya hükümetimizin egemenliğimizi ve bağımsızlığımızı sağlamak için gerekli her türlü eylemi yapmaya hazır olduğunu gösterdi” diye açıklamada bulundu. (26 Ekim)
***
Bütün bunları art arda okuyunca insan yorulduğunu, nefessiz kaldığını hissediyor, bütün bunlara ne gerek vardı diyor değil mi?
Büyükelçilerin görev yaptıkları ülkeye “AİHM kararlarını uygulayın” çağrısında bulunmaları tarihte görülmüş bir hadise değil.
Elbette hadlerine de değil. Ancak bunun karşılığı “persona non grata” ilan edilmeleri de değildi. Çünkü bir devlet ülkesindeki bir büyükelçinin istenmeyen adam ilan edilmesi gerektiğini söylediğinde buradan geri dönüş olmaz. Bu kural söylendiğinde uygulamaya konulur.
Dolayısıyla bir devlet başkanı kendisini kızdıran, öfkelendiren büyükelçileri bu kuralla tehdit etmez, “persona non grata” kuralının tehdit aracı olarak kullanılmayacağını bilir.
Dışişleri Bakanlığı ve diğer hükümet yetkilileri büyükelçilere gerekli tepkiyi gösterselerdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan “persona non grata” kartını açmasaydı, kriz buralara kadar tırmandırılmasaydı Türkiye açısından da Erdoğan’ın itibarı açısından da daha iyi olmaz mıydı?
Krizi tırmandırdık, geri dönüşü olmayan noktalara kadar getirdik, sonra da krizi çözdük diye mutlu mesut olundu, zafer ilan edildi.
Nasıl bir dik duruş sergilendi, nasıl bir dünya liderliği gösterildi anlamak mümkün değil.
Ne oldu? Cumhurbaşkanı Erdoğan öfkelendi o öfke ile büyükelçilerin istenmeyen adam ilan edileceğini duyurdu. Sonra da ortaya çıkan krizin hesabı kitabı yapıldı ve makul bir yol arayışına girildi.
***
Hürriyet Gazetesinden Abdülkadir Selvi dün köşesinde 10 Büyükelçi krizi çözülmediğinde Türkiye’ye faturasının ağır olacağını şöyle yazdı:
“2020 yılında 10 ülke ile ticaret hacmimiz 92 milyar 400 milyon dolar. Aynı yıl dış ticaret hacmimizin 388 milyar 879 milyon dolar olduğu dikkate alınırsa, sattığımız ya da aldığımız her 4 işlemin biri bu ülkelerle gerçekleşmiş. 2020 yılında 10 ülkeye ihracatımız 42 milyar 900 milyon dolar. Hem de nitelikli sanayi ürünleri. 2021 yılın ilk 8 ayında bu 10 ülkeye ile ticaret hacmimiz 70 milyar 836 milyon dolara ulaştı. İhracatımız ise 35 milyar 680 milyon dolar. Yani geçen yılı neredeyse ikiye katlayacağız.
Tabii bu 10 ülkenin büyükelçisinin yaptığı iş, iş değil ama sınır dışı ettiğimizde ekonomik olarak en büyük zararı biz görecektik.Ekonomik anlamda ciddi bir tehlike atlatıldı. Eğer 10 ülkenin büyükelçisi sınır dışı edilseydi bugün ekonomide alarm zillerinin çalmasına tanıklık ederdik.” (26 Ekim)
Gördünüz mü asıl meseleyi? Öyle hemen “persona non grata” demekle olmuyormuş. Bunun ağır maliyetleri varmış.
Bu son hadise bile bütün yetkileri tek elde toplayan “tek kişilik hükümet” sisteminin vahametini ortaya koyuyor. Ortaya çıkan keyfi yönetimin sonucundan başka bir şey değil.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan her konuda hiç kimseye sormadan, danışmadan, hesap kitap vermeden sorgusuz sualsiz tek başına verdiği kararlarla, Türkiye’yi keyfinin istediği gibi yönetmek arzusundaydı.
Bütün yetkilerin tek sahibi, 85 milyonluk ülkenin tek karar vericisi, tek hakimi, tek yetkilisi olmak istiyordu.
İstediği oldu, şimdi ülkeyi istediği gibi keyfince yönetiyor. Kızıyor “persona non grata” diyor. Öfkesi geçince gerçekle yüz yüze geliyor bu kez onurlu bir makul yol arayışına giriyor.
Her sabah bir krize uyanıyoruz. Her günü yeni başka bir krizle kapatıyoruz. Krizlerden kriz beğen ülkesi haline geldik.
Yaşadıklarımız sürpriz mi? Bu hükümet sisteminin böyle sonuçlar vereceği bilinmiyor muydu?
10 Büyükelçinin Türkiye’ye hukuk hatırlatması yapması kabul edilemez bir şey ama Türkiye’de yargı bağımsızlığı olsaydı, hukuk işleseydi Osman Kavala 4 yıldır cezaevinde olur muydu? Yargı bağımsız olsaydı AİHM kararı uygulanmaz mıydı? AİHM kararı uygulanmış olsaydı 10 büyükelçinin böyle bir açıklama yapacak gerekçesi olur muydu?