“Durumumu gemideki biriyle karşılaştırıyorum. Bir gemi batmaya başladığında, yolcu okyanusa düşer ve yüzmekten başka seçeneği yoktur. Toplumumuzda olan şey, yasaların kadınların sahip olduğu her hakkı bozmasıydı. Mücadele etmekten başka bir seçeneğim yoktu. Yorulmadım, yılmadım ve asla umudumu kaybetmedim.”
İnsan haklarını ve demokrasiyi koruma konusundaki mücadelesindeki cesaretinden ve kararlığından dolayı 2003’te aldığı ödül ile, Nobel ödüllü ilk Müslüman kadın unvanına sahip İranlı Şirin Ebadi ödül aldıktan üç yıl sonra Harry Kreisler’e verdiği röportajda mücadeleci motivasyonunu bu sözlerle anlatıyor.
İran’ın ilk kadın yargıcı ve ilk mahkeme başkanı rütbesine sahip olan Ebadi, destek olduğu 1979 İran Devriminin yediği ilk çocuğu oldu. Yeni yönetimin, kadınların yargıç olmalarının toplumu marjinalleştireceği gerekçesiyle mahkeme başkanlığı görevinden aldığı Ebadi, 1993 yılına kadar yasal kariyerine ulaşabilmek için hükümete karşı mücadele verdi. Verdiği mücadele neticesinde 1993’ten itibaren hem avukat olarak çalışmaya hem de İran rejiminin yol açtığı insan hakları ihlalleri konusunda dergilerde yazmaya başladı. İran’da kadınlar ve çocuklar için daha iyi bir yasal statünün oluşması kampanyaları yürüttü. Akademisyenlerin, sanatçıların, bilim adamlarının tutuklandığı yıllarda İran’da kalarak, antidemokratik kanunların değiştirilmesi için verdiği mücadele ülkesinde kendisine saygı duyulmasını sağladı ve birçok kişiye örnek oldu. Kadınlara özgürlük verilmesinin İslami değerlere aykırı olmadığını cesurca dile getiren Ebadi, Humeyn’nin politikalarını sert bir şekilde eleştirdi. Kanunları kötüye kullandığı ve hak ihlallerine sebebiyet verdiği için açtığı kamu davalarından dolayı avukatlık lisansını kaybetti. 2000 yılında Tahran Üniversitesi’ndeki protestolarda hayatını kaybeden öğrencilerle ilgili yaptığı çalışmalar dolayısıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sürgüne gönderildi. Hainlikle, münafıklıkla suçlanan Ebadi için İran’da ‘Ebadi’ye ölüm’ pankartları açıldı, “Ebadi’nin Şimon Perez’den farkı yok” sloganları atıldı.
Ebadi bütün bunlara rağmen insan hakları konusunda mücadele etme motivasyonunu ve geleceğe dair umudunu kaybetmedi.
71 yaşında olan Şirin Ebadi adını tarihe altın harflerle yazdırdı. Adalet, demokrasi, insan hakları konusunda verdiği cesur mücadeleyle ülkesinin sınırlarını aşan Ebadi, sadece bugün bütün dünyada insanlara ilham olmakla kalmayacak yüzyıllar sonra da övgüyle hatırlanacak.
***
“Vladimir: Uyuyor muydum ben başkaları acı çekerken? Şu anda uyuyor muyum? Yarın uyanınca ya da uyandığımı sandığımda, bugün hakkında ne söyleyeceğim?
Estragon: Haydi gidelim artık.
Vladimir: Gidemeyiz?
Estragon: Niye?
Vladimir: Godot’yu bekliyoruz.”
Bu diyaloglar, 2 milyonun üzerinde insanın evlerini terk edeceği, 300 bin insanın hayatını kaybedeceği katliamın öncesinde kuşatmaya alınan Saraybosna’da, 1993 Ağustosunda Gençlik Tiyatrosu’nda sahnelenen “Gotot’yu Beklemek” oyununda geçer.
Oyunu yöneten, “çağın vicdanı” olarak kabul edilen, ABD’li yazar, aktivist Susan Sontag’dır.
Sivil hayatın tamamen yok edildiği, şehrin acımasızca bombalandığı ve dış dünyayla neredeyse her türlü iletişimin kesildiği o günlerde Saraybosna’ya giden Susan Sontag, sahnelenebilmesi için altı aydan fazla çaba harcadığı “Godot’yu Beklerken” oyunu ile bütün dünyanın dikkatini savaşın acımazlığına çekmeye çalışır.
Savaşın ortasında, bomba seslerinin altında ve oyuncuların mum ışığında oynadıkları tiyatro oyununu şöyle açıklar Sontag:
“Burada bir oyun sahnelemenin, bu insanların ihtiyacı olan bir doktor ya da su kanallarını tamir eden bir mühendis kadar hayati bir gereklilik olduğunu düşünmüyorum elbette, ancak ben yazmaktan, film yapmaktan ve oyun sahnelemekten başka bir şey bilmeyen biriyim.”
Ve beklenen Godot’un kim olduğunu da söyler: “Saraybosna’daki insanların çoğu gibi, Clinton’u bekliyorum.”
1993-1996 yılları arasında uzunca bir süre Saraybosna’da kaldı, Saraybosna için uluslararası müdahale çağrılarında bulundu.
Üçüncü nesilden Polonya ve Litvanya Yahudisi Amerikalı bir ailenin çocuğu olarak 16 Ocak 1933 tarihinde ABD’de dünyaya gelmiştir.
Bütün hayatını insan hakları savunuculuğuna ve savaş karşıtlığına adayan Sontag, 11 Eylül Saldırılarının ardından muhalif bir ses çıkaran ilk isimlerden biriydi. “Vatan haini” suçlamalarına rağmen, ısrarla 11 Eylül saldırısının, ABD’nin dış politikalarının bir neticesi olduğunu yüksek sesle söylemeye ve ABD’nin Irak ve Ortadoğu politikalarını eleştirmeye devam etti. Yine, ABD ordusunun Ebu Gureyb hapishanesinde yaptığı işkenceleri en sert dille eleştiren biriydi Sontag. Vietnam Savaşı’nın en öfkeli olduğu döneminde beyaz ırkı “insanlık tarihinin kanseri” diye tanımlayan Sontag, Ortadoğu da yaşanan hak ihlallerine karşı mücadele etti.
71 yaşında hayata gözlerini kapayan Sontag’ın adı sonsuza kadar Saraybosna’nın merkezinde. Milli Tiyatro Meydanı’na Susan Sontag’ın adı verildi.
Adı ülkesinin sınırlarını aşan, dünya çapında kadınlara ilham veren isimlerden birisi de insan hakları savunucusu Sudan’lı Lübna Hüseyin. Ülkesinde pantolon giydiği ve insan hakları için tutuklandı, 40 kırbaç cezası aldı. Kırk kırbaç cezasıyla yargılanan ve Birleşmiş Milletler çalışanı olduğu için dokunulmazlık hakkı olan Hüseyin, mahkemenin “İstersen BM dokunulmazlığından yararlanabilirsin. Bu durumda mahkeme başlamadan biter, sen de pantolonu giymeye devam edersin” teklifini kabul etmeyerek “Kırbaçtan korkmuyorum mesele bu yasanın değiştirilmesi” (Temmuz 2009, Reuters) diyerek mahkemeye meydan okudu. Lübna Hüseyin antidemokratik yasaların reforme edilmesi için ülkesinde cesurca mücadele ediyor.
Amerika’daki ırk ayrımcılığına ve ayrımcılığa karşı verilen mücadelenin sembol isimlerinden biri olan insan hakları savunucusu Rosa Parks... Tarihe adını, sivil özgürlükleri koruyan ve insan hakları savunucusu olarak yazdıran Shami Chakrabati. İnsan hakları savunucu olarak adı ülkesi Afganistan’ın sınırlarını aşan Malalai Joya. Kırgızistan’dan Sudan’a gücünü kötüye kullanan yönetimlere karşı mücadele veren insan hakları avukatı Loise Arbour. Demokrasi ve barışa olan katkılarından dolayı Nobel Barış Ödülü olarak bu ödülü ilk alan Afrikalı kadın Wangari Maathai.
***
Bu ülkede insan hakları ihlalinin ıstırabını çekmiş hatta sembolü olan Leyla Şahin Usta’nın da adı ülkemizin sınırlarını aşabilir, bütün dünyada kadınları etkileyen, ilham veren isimler arasına girebilirdi. Devletin hukuksuzluğuna isyan eden, ülkede hukuk olsun, demokrasi olsun, bu ülkenin zencileri olmasın, herkes eşit haklara kavuşsun dediği için gözaltına alınan, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılananlardan birisiydi Leyla Şahin.
Leyla Şahin’i Leyla Şahin yapan ise devletin ayrımcılığını, devletin işlediği hak ihlallerini cesurca AİHM’e götürmesiydi.
Leyla Şahin bugün TBMM’de milletvekili. Leyla Şahin’in milletvekili yapılmasındaki en büyük etkenlerden birisi de, devletin o dönem yaşattığı mağduriyetlerin sahiplerine, bugün devletin yine o dönemin sembol isimleri aracılığı ile iadeyi itibarda bulunmasıdır.
Peki, bugün Leyla Şahin Usta’dan beklenen nedir? Bir siyasetçi olsa dahi siyaset üstü davranması ve partilerine, ideolojilerine bakmadan bugün ülkede Leyla Şahinlerin olup olmadığına dikkat kesilmesi ve yaşanan hak ihlallerinin, hukuksuzlukların son bulması için mücadele etmesidir elbette.
Fakat öyle olmadı. Dün insan hakları ihlallerinin mağduru olan bugün TBMM’de olan Leyla Şahin Usta tarihe, “Türkiye’de artık insan hakları ihlalinin olduğunu söylemek abesle iştigaldir. İnsan hakları ihlali olarak somut söylenebilecek iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar” sözüyle geçmeyi tercih etti.
Ne diyelim, tabi ki kendisinin tercih hakkıdır!