Tahsin Yücel’in 2006 yılında yayınlanan “Gökdelen” adlı distopik romanını okudunuz mu?
Yücel bu eserinde George Orwell’ın 1984 romanına, Platon’un Devlet’ine, Thomas More’un Ütopya’sına göndermelerde bulunur.
“Gökdelen” bir hukuk romanı; yargı ne kadar siyasallaşabilir, siyaset kurumunun yargıyı kuşatmasının son noktası ne olabilir sorularına cevap arıyor ve bütün bu soruların neticesinde ortaya çıkan distopik Türkiye’yi anlatıyor.
Romanın baş kahramanı Can Tezcan bir avukat. Roman Can Tezcan’ın gördüğü bir rüya ile başlar. Rüya değil kabustur. 17 Şubat 2073 sabahında gözlerini açar. İstanbul’da 153 gökdelenden birinde oturmaktadır. Gökyüzü gökdelenlerden görülmüyordur.
Yargı kurumu adaletsizliği ortadan kaldıran değil, adaletsizlik üreten bir güçtür.
Yargının adil olma ilkesi her gün, her saat erozyona uğramaktadır. Toplumda artık adalete güvenen kimse kalmamıştır. Yargı artık yargıçlarının dahi güven duymadığı bir kurumdur.
Öyle ki herhangi bir suça kanıt teşkil etmemesi gereken; sanıkların yıllar öncesinde kalmış ilişkileri, geçmişte çalıştıkları kurumlardan aldıkları herhangi bir ödül, okuduğu okul, aldığı diploma, suç kanıtı kabul edilmektedir.
Yargıya hükmedenler suçsuz yere insanları gözaltına almakta, insanları günün herhangi bir saatinde sorguya çekmekte, hatta insanların mallarına el koymaktadırlar. Cezaevleri haksız yere tutulan insanlarla doludur. Yargı sistemi, iktidarın elinde kimin kafasına ineceği belli olmayan ağır bir balyoz, toplumu sindirme, muhalifleri susturma aracıdır.
Can Tezcan’a göre yargıyı siyaset kurumunun emrinden çıkartmadan adaletin tesis edilmesi mümkün değildir. Bunun bir yolu vardır o da “yargının özelleştirilmesidir.”
Yargı özelleştirilirse bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesine kavuşacaktır. Bu düşüncesini şöyle anlatır Can Tezcan:
“Özel olarak kurulmuş mahkemeleri de, böyle bir derece yükseltilme ve daha büyük bir makam arabası karşılığında satın alınmış yargıç ve savcıları da çok gördük. Her şey yönetimin, yönetimin bile değil, hükümetin başındaki adamın iki dudağının arasında… Her şey özelleştirilmiş memlekette, yargı neden özelleştirilmesin ki? Yargının özelleştirilmesi bugünkü durumdan daha iyi olur, daha kötü olmaz.” (Sh.19, 26, 45, 59)
Peki iktidar buna razı olur mu? İktidarı ikna etmek o kadar da zor olmayacaktır Tezcan’a göre. Zira her şeyi özelleştiren bir yönetim anlayışı vardır ve yargı kurumu neredeyse iktidarın özelleştirmediği tek yerdir.
Merhum Tahsin Yücel’in “Gökdelen”ini okumadıysanız mutlaka okuyun derim. Yücel’in yazdıklarını okurken bugünlerden tablolar bulacaksınız.
***
Cuma günü Gelecek Partisi İletişim Ajansı’nın başkanı Taha Ün’ün başına gelenler, Tahsin Yücel’in Gökdelen’de anlattığı Türkiye’ye ne kadar da benziyordu. Merhum Yücel yargının siyasallaşmasının en uç, en korkunç boyutunu hayal ederek bir Türkiye tablosu ortaya koymuştu romanında. Bugün ülkemizde siyaset kurumun yargıyı kuşattığı ürkütücü boyut, “Gökdelen”de anlatılanları hatırlatıyor insana…
Sabahın çok erken saatlerinde Taha Ün’ün evine yapılan baskının, evin didik didik aranmasının, ellerine takılan kelepçenin, çıkartılan gözaltı kararının gerekçesi, “hakkında bir hakaret suç duyurusu” yapılmış olmasıydı. Bu hadise yargıdaki siyasallaşmanın ve ülkemizdeki hukuksuzluğun korkunç boyutunu gözler önüne serdi.
Taha Ün terör suçlusu değil, hırsız değil, birinin canına kast etmiş değil… Hepi topu hakkında kendisine yüklenen suç “hakaret”ten ibaret. Dahası tebligat gönderilmemiş, ifadeye çağrılmamış birinin evine baskın yapmak, eline kelepçe takmak nedir?
Yapılan hakaret suç duyurularında “ev araması” hangi kanun maddesinde yazıyordu?
Adalet Bakanı Gül hakaret suçlamasından dolayı polisin ev basarak, evde aramalar yaparak, kişinin ellerine kelepçe takarak alıp götürülmesine ne diyor?
Hukuksuzluğun boyutu diyorum zira Taha Ün evinden “Memur Sen hakkında suç duyurusunda bulundu” diyerek gözaltına alındı. Aynı gün Memur Sen’in yaptığı açıklama ile böyle bir suç duyurusunun da olmadığı ortaya çıktı:
“Bizi de üzen işlemlere muhatap olan Taha Ün tarafından Konfederasyonumuza veya Genel Başkanımıza yönelik herhangi bir hakaret ve sövme suçunun işlenmesi söz konusu olmadığı gibi Konfederasyonumuzun ve Genel Başkanımızın da Taha Ün’e yönelik herhangi bir suç duyurusunun herhangi bir suç duyurusunda bulunmadığını kamuoyu ile paylaşırız.”
“Pardon” denilerek geçiştirebilecek bir hadise midir bu?
Hakkında suç duyurusu bile olmadığı halde Taha Ün’ün başına bunlar neden geliyor? Emniyet, yargı “isim karışmış, bir yanlışlık olmuş” diyebilir mi? Taha Ün ismi karışacak biri midir? Daha bir ay önce de yine hakaret suçlamasından Ankara’da gözaltına alınmıştı.
Taha Ün Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sema Silkin Ün’ün de eşi. Sema Ün yıllarca Emine Erdoğan’ın özel kalem müdürlüğünü yapan, dolayısıyla iktidarın da yakından tanıdığı bir isim.
Sema Ün, eşine yapılan bu hukuksuz işlemlerin nedenini sosyal medya hesabından 4 gündür yetkili makamlara soruyor ama cevabını alamıyor. Adalet Bakanı suskun… Hakimler ve Savcılar Kurulu suskun… Yargıya güveni sağlayacağız sözü veren HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz suskun…
***
Hakkında herhangi bir suç duyurusu olmayan birini bile gözaltına alan, ev arama kararı çıkartan yargı sistemi hakkında herhangi bir şey söylemeyen Adalet Bakanı Gül çıkıyor ve yargı bağımsızlığın yönelik sert mesajlar veriyor. “Kimsenin mahkemeleri etkilemeye, tesir altına almaya hakkı ve yetkisi yoktur” açıklamaları yapıyor. Mahkemeleri etki altına almanın kanunen suç olduğunu söylüyor. Hakimlerin ve savcıların faillere değil, fiillere baktığını söylüyor.
Yargıya güven duymamızı istiyor… Ama bu güzel sözler havada kalıyor. Hakimlerin coğrafi teminatı yok çünkü… Siyasetin istemediği kararları veren hakimler, savcılar sürülebiliyor çünkü. İşte haksız gözaltılar, tutuklamalar bir türlü bitmiyor.
Nasıl bir duygu oluşuyor? “Gökdelen”i okuyun derim.