Meşhur Molla Kasım müstearından, cebinde taşıdığı onlarca sarı silgili kurşun kaleme... 17-25 Aralık darbe girişiminin fişeğini atan dershane düzenlemesinden, son günlerde medyada sıkça yer alan, okullardaki cinsel taciz ve şiddet olaylarına varıncaya kadar pek çok şeyi konuştuk.
Milli Eğitim Bakanlığı’nda üçüncü yılını geride bıraktı. Ancak hala kendisine bürokrasinin zorunlu hitabı bir kenara bırakılırsa, Nabi Avcı, ‘Sayın Bakanım’dan ziyade, çoğunluğun ‘hocam’ diye hitap ettiği bir isim. Ben de kendisine ‘hocam’ diye hitap edenlerdenim. O bütün Türkiye’nin hocası. Günümüz, şanslı çocuklarının büyükbabası.
Nasıl olmasın ki...
Bizim çocukluğumuz demek, eve yığınla ödev götürmek demekti.
15 tatillerin zehir olması demekti. Yapılmayan ödevler için, meşhur ‘elektrikler kesikti örtmenim’ yalanına sığınmak demekti.
Şimdi... ‘Eve yığınla ödev veren öğretmenin’ Nabi Hoca’ya bildirilmesi demek.
“Her çocuk özeldir’ diyen, çocukların meraklarını törpülemeyecek, meraklarının peşinden gitmelerini teşvik edecek bir eğitim anlayışını hakim kılmamız lazım diyen, eğitimin çocukluğuna inen, Enformatik Cehalet kitabının yazarı Nabi Avcı Milli Eğitim’in başına geldi.
Aynı zamanda bir fırtınanın içine de düştü.
MOLLA KASIM ‘BU BAKANLIK BÖYLE Mİ İDARE EDİLİR’ DERDİ
Nasıl bir çocuktunuz, örneğin meraklı bir çocuk muydunuz?
Evet, her çocuk gibi ben de meraklıydım. Bakın, çocukların hepsi çok meraklıdır. Sonra Saint Exupery’nin Küçük Prens’te söylediği gibi biz büyükler, “eğitimciler” onları alırız, o meraklarını törpüleyebildiğimiz kadar törpüleriz.
Sizin bakanlığınızda da törpülemeye devam mı?
Bu sadece bizim sorunumuz değil. Evrensel olarak eğitimin fonksiyonlarından biri de çocukların, toplumun genelinde kabul görmüş yargılara, değerlere karşı çıkan aykırı çıkışlarını, meraklarını törpülemektir.
Madem iyi bir şey değil. Niye devam o zaman?
Çocukların merak duygularını köreltmeyen, onların meraklarını olumlu alanlara taşıyan, meraklarının peşinden gitmelerini teşvik eden bir eğitim anlayışı iyi bir eğitim anlayışıdır. Biz, çocukların meraklarını törpüleyen eğitim sistemini değiştirmeye, dönüştürmeye gayret ediyoruz; ama bu öyle bir çırpıda düzelebilecek bir şey değil.
Kurşun kalem koleksiyonunuz varmış...
Sadece kurşun kalem toplayıcısı değilim, dağıtıcısıyım da aynı zamanda. Ayrıca dolmakalemleri de çok severim.
Kurşun kalemlere nasıl merak saldınız?
Rahmetli babamın silgili, sarı kurşun kalemleri vardı. Babam Devlet Demir Yolları’ndan sağlık nedenleriyle ayrıldıktan sonra bir bakkal dükkanı açmış. O zamanlar, bakkal dükkanı demek veresiye defteri demek. Masasında kalın bir veresiye defteri vardı. Veresiye defterinin yanında iki tane sarı silgili kurşun kalem, yanında bir cetvel dururdu. Ceketinin mendil cebinde de, o zamanlar Pelikan dolma kalem taşırdı. (Ceketinin cebinden Eski bir Pelikan dolmakalemi çıkarttı) Bu rahmetli babamın kalemi cebimde taşırım hala. Veresiye defterinin sayfalarını sarı kurşun kaleminin silgisiyle çevirirdi. İzlerdim babamı. Kurşun kalemlere ve dolmakalemlere merakım buradan olmalı.
İflah olmaz muhalif Molla Kasım, dış politika uzmanı Enes Harman ve Nabi Avcı. Özellikle Molla Kasım ismi ama diğer müstearlarınız sizden daha ünlü oldu?
Bu kadar mı? Daha başka isimlerim de vardı benim.
Kaç tane?
Bir sürü. Ama söylemem. (Gülüşmeler).
Müstear isimler aynı zamanda da karakter. Özlüyor musunuz ya da hangisini daha çok özlüyorsunuz?
Şimdi açık bir şey söyleyeyim: Ben mesela şimdi bir yerlerde yazıyor olsaydı Molla Kasım’ın yazılarını zevkle okurdum. Şimdi bu söylediğim paradoksal bir şey gibi gelebilir. Yani ‘adam kendi yazılarını beğeniyor, özlüyor’ diyenler çıkabilir.
E, biraz öyle anlaşılıyor.
Yok, o adam o adam değil. Allah muhafaza, öyle lâ teşbih, şizofrenik bir şeye gönderme yapıyor gibi de olmayayım ama, o ayrı bir kişilik. Benim bile Molla Kasım’ı ayrı bir kişilik olarak görmemde rahmetli Necdet Konak’ın çok payı var. Çünkü Rahmetli Necdet ona bir tip çizmişti. O tip ona çok oturuyordu. Karikatüristti Necdet biliyorsunuz. Allah gani gani rahmet eylesin. Öyle güzel bir tip oluşturmuştu ki, o tip hakikaten benimle hiç alâkası yokmuş gibi duran, zihniyet dünyası olarak da, üslup olarak da ayrı bir adam oldu. O yüzden, Molla Kasım’ı bir okur olarak da severim.
Molla Kasım bugünlerde bir şeyler yazsaydı ne yazardı?
Çok şey yazardı da...
Ne mesela? Milli Eğitim’le ilgili neler yazardı?
Ooo, kim bilir neler söylerdi, neler yazardı. (Kahkahalar) En basitinden ‘Böyle mi olur bu iş, böyle mi yönetilir bu bakanlık, sen git, bana bırak, bak ben bu mektepleri nasıl daha güzel idare ederim; müfredatı da bana bırak...’ diye başlardı yazmaya. Çok acımasızca eleştirirdi.
Molla Kasım’ı biraz anlatsanız…
Eski Zaman gazetesinin arka sayfasında yazardı Molla Kasım. Ama fıkra yazmaktan ziyade, gazeteyi idare etmeye talipti. Gazetesinde beğendiği kimse yoktu; eleştirmediği kimse kalmamıştı. En fazla da Nabi Avcı’yla Fehmi Koru’ya giydirir dururdu. ‘Bu gazete böyle mi yapılır, bu gazeteyi bana verin ben neler yaparım” gibi söylemleri olan bir adam. Öyle ki, bir gün gazetenin patronu yayın kurulu toplantısında, ‘Yahu bu adam kimdir? Böyle durmadan size çatıp duruyor. Bu kadar fütursuzca insan kendi gazetesine şey yapar mı?” dedi. Belli ki çok sinirlenmiş. Tabi hepimiz sustuk. Bilmiyordu ki Molla Kasım’la aynı masada oturuyor.
Molla Kasım’ı özlediğiniz anlaşılıyor.
Evet özlüyorum.
50’SİNDEN SONRA YAPILACAK MESLEK DEĞİL
Siyasete girmek sizin hayatınızı nasıl etkiledi, hayatınızda neleri değiştirdi?
Tabii ben siyasete girdim mi, ne kadar girdim? Açıkçası tartışılabilir. Çünkü siyaset öyle 50’sinden sonra yapılabilecek bir meslek değil. Siyasetçi dediğimiz adam çok genç yaşta işe koyulup, teşkilatlarda merdivenleri adım adım
çıkan insandır. Bu anlamda meselâ Tayyip Bey bir siyasetçidir. 15 yaşından beri teşkilatçılığın içerisinde. Çekirdekten yetişme siyasetçi ayrı bir kişiliktir.
Soruyu şöyle sorayım o halde, aktif siyaseti sevdiniz mi?
Bana kalsa mutfakta sessizce işimi yapmayı daha çok tercih ederdim. İşte çekirdekten yetişme siyasetçiyle sonradan-olma siyasetçi arasındaki farklardan biri de budur. Siyasete aynı zamanda bir kariyer, sürekli ileri gidilecek bir kariyer gibi bakan, çekirdekten yetişme siyasetçi için, böyle vitrine çıkartan makamlar, mevkiler, medyatik ilişkilerde değerlendirilebilecek fırsatlar sunar... Ama benim gibi sonradan siyasete girmiş insanlar bunları, çekirdekten yetişme siyasetçilerin refleksleriyle yönetemezler.
MİLLİ EĞİTİM SIĞ POLEMİKLERE GİREMEZ
Siyasi polemiklere, çekişmelere nasıl yaklaşıyorsunuz peki?
Onlar öteden beri zaten bana çok yapay, sığ ve verimsiz gelmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı işte tam böyle bir yer. Burada siyasi polemiklere, sığ siyasete girilmez. Millî Eğitim Bakanlığı’nın icraatlarıyla ilgili olarak her türlü eleştiriyi, öneriyi, değerlendirmeyi ciddi anlamda dikkate alırız, alıyoruz da. Ama Millî Eğitim Bakanlığı’nın sağlayacağı popülarite imkanları üzerinden bizimle polemiğe girmek isteyen olursa da onlara yüz vermiyoruz açıkçası.
ERDOĞAN-DAVUTOĞLU İKİ FARKLI KİŞİLİK
Erdoğan ve Davutoğlu… Benzerlikleri ve farklılıkları açısından nasıl
değerlendirirsiniz?
Biraz önce konuştuğumuz o çekirdekten yetisme siyasetçiyle, sonradan-siyasetçi arasındaki farklar, bu iki örnekte çok açık görülür. Yani Sayın Cumhurbaşkanı çekirdekten yetişme bir siyasetçidir. Dolayısıyla teşkilatçı yönü, kitlelerle kurduğu iletişim biçimleri vs. onlar kendine mahsustur. Buna karşılık Sayın Başbakan da benim gibi hocalıktan gelmedir. Onun hocalık özellikleri daha ağır basar. Hocalık vasfı öyle bir şeydir ki, insan kişiliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelir. İki ayrı kişilik, iki ayrı mizaç, iki ayrı yetişme tarzı ve farklı kariyer macerasından gelen insanlardır. Böyle bir fark vardır ama bu ikisi arasında illa çatışma olduğu veya olacağı anlamına gelmez. Tam tersine daha çok birbirini tamamlayan bir sinerjiye de dönüşebilir bu farklar...