Biliyorsunuz, Türkiye ve ABD arasında tarihinde hiç yaşanmamış bir sertlikte ve onarılması oldukça zor olan “vize krizinin” sebebi, ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nda çalışan polis görevlisi Metin Topuz hakkında verilen tutuklanma kararı ‘gibi’ görünüyor.
Gibi diyorum. Zira bu kadar ‘orantısız’ bir kararın verilmesine sebep gerçekte Metin Topuz mu olmuştur, yoksa Trump yönetimindeki ABD, Metin Topuz’u bahane mi etmiştir. Bunu zaman gösterecek.
Çünkü Türkiye ve ABD arasında ilk kez bir gerilim yaşanmadığı gibi bu yaşanan gerilim sonuncusu da olmayacak.
Geçmiş dönemde Türkiye ve ABD arasında yaşanan krizler göz önünde bulundurulduğunda ‘ABD vatandaşı’ olmayan, dahası ‘resmi’ çalışanı dahi olmayan Metin Topuz hadisesi devede kulak gibi kalıyor.
Hadi çok geçmiş tarihlere gitmeyelim...
Hatta hafızanızı çok da zorlamayın... ABD, çok istediği, kendisi için hayati bulduğu ve neredeyse TBMM’den geçeceğinden yüzde yüz emin olduğu 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’den geçmemesinin yaşattığı büyük hayal kırıklığında bile verdiği tepkisinde daha ölçülüydü. Daha makuldü.
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun dün sosyal medya hesabından yaptığı açıklamadaki şu sözleri önemli:
“ABD’nin iki NATO üyesi ülkesi arasında daha önce görülmemiş bir şekilde Türkiye’de vize işlemlerini askıya mevcut yönetimin göreve geldiği günden beri sergilediği vizyonsuz yaklaşımın son halkası olmuştur. Bir çok Müslüman ülkeye aynı anda koyduğu yasağı uygulayamayan Amerikan yönetimi şimdi de Müslüman tek NATO ülkesine benzer bir tavır alarak ilişkilerimizde onarılmaz hasarlar açmaktadır.”
(10 Ekim 2017)
Tespit doğru. Büyük vizyonsuzluk. ABD kendi tarihinde, hata yapan, sevilmeyen, başarısız başkanlar görmüştür de, böylesi vizyonsuzluk, böylesi skandal adımlar atan bir yönetim görmemiştir, sanırım.
Türkiye ve ABD arasında yaşanan bu krizde, Türkiye haklı tarafta. Haklılığını ve gerekçelerini makul bir üslupla anlatmaya sabırla devam etmeli, gereksiz hamasi söylemlerden, polemiklerden kaçınmalı ve diplomasiyi hiç olmadığı kadar fazla çalıştırmalıdır.
Eğer, Metin Topuz’un gözaltına alınma, tutuklanma sürecinde bürokratik bir hata yapılmışsa bunları gidermeye çalışmalı, en azından varsa hatasını telafi etmeyi gurur meselesi yapmamalıdır.
Zira bu vize kararı önemsenmeyecek bir adım değildir.
Nitekim, yürütülen diplomasinin fayda sağladığı da görülüyor. Görevi biten John Bass son açıklamasında var olan vizelerle ilgili bir durumun söz konusu olmadığını, uygulamanın “yeni vize başvuruları” kapsamında olduğunu söyledi.
Bu da bir şeydir.
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sırbistan’da şöyle dedi: “Bir büyükelçinin böyle bir karar alması ve ‘devletim adına aldım’ demesi düşündürücüdür.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, eğer bu sözleri, ABD yönetimine dönüş yapabileceği bir manevra alanı açmak için söylemişse ne ala!
Ancak, hiçbir büyükelçinin kendi başına ‘devletim adına’ diyerek bir karar vermesinin mümkün olmadığı biliniyordur.
O yüzden, Türkiye yaşanan ‘vize’ krizini kendi lehine çevirmek ve zaten var olan sorunları da çözmek için ne yapabilir bunlar için kafa
yormalıdır.
“Bu ajanlar konsolosluğa nasıl sızdı?”
Sahi FETÖ ajanları ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğuna nasıl sızdılar?
Cumhurbaşkanı Erdoğan Sırbistan’dan sordu bu soruyu! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin tamamı şöyle:
“Bu kişinin (Metin Topuz) FETÖ soruşturmasında önce gözaltına alınıp sonra tutuklanması, sonra bir kişi için daha gözaltı kararı alınması bir defa İstanbul Başkonsolosluğunda bir şeylerin döndüğünü gösteriyor. Bu ajanlar ABD Başkonsolosluğuna nasıl sızdı? Sızmadıysa bunları buraya kim soktu?”
17/25 Aralık kalkışmasının üzerinden 3 yılı aşkın bir süre geçti neredeyse. Devletin bütün kılcal damarlarına varıncaya kadar yerleştiklerini görüyoruz. Her kademede varlar; emniyette, yargıda, bürokraside, özelde, tüzelde her yerdeler. 3 yıldır inlerine giriliyor ve bitmiyorlar. En olmadık yerlerden çıkıyorlar. Bittiler, gittiler dediğimizde 15 Temmuz kanlı darbesine kalkıştılar. 15 Temmuz darbesi ortaya çıkarttı ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kulak yakınlığı mesafesinde varlıklarını sürdürmüşler.
Yüzünü gördüğümüzde, mıymıntı deyip ciddiye almayacağımız adamların ‘komutanların, paşaların imamları’ olduğunu gördük!
Ne yalan söyleyeyim, bütün bunları en yakından yaşayan, bunların nasıl mahluklar olduğunu bilen Cumhurbaşkanı’nın ‘nasıl sızdılar’ sorusunu sormasına da ben şaşırdım!
Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu kimdir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretinin kilit konu başlıklarından birisi de “Kırım’ın işgalden kurtarılması ve işgalci yönetimin baskısı altında bulunan Kırım Tatar halkının haklarının korunması için” Türkiye ve Ukrayna’nın ortaklaşa neler yapabileceği meselesiydi.
Erdoğan daha sonra, “Kırımoğlu” soyadı kendisine Kırım Milli Meclisi tarafından verilen Kırım’ın milli lideri ve kahramanı Abdülcemil Kırımoğlu ile bir araya geldi.
Kimdir Abdülcemil Kırımoğlu?
Kısaca ve özetle şudur: Kırımoğlu’nun hayatı, Kırım halkının çektiği çilelerin kısa bir özetidir.
Ama. Ama. Ama... Hayatı çilelerle, mücadelelerle geçen Kırımoğlu aynı zamanda şu sözlerin sahibi bir baımsızlık mücadelesi lideridir:
“Masum bir tek insanın bile canını acıtmışsanız, bağımsız kalsanız bile o bağımsızlık mücadelesi hiçbir zaman zaferle sonuçlanmış sayılmaz.”