“Metal yorgunluğu” kavramının siyasî alanda kullanılmasının üzerinden bir seçim geçti. Peki yorgunluğumuz geçti mi?
Cevabı müşkil bir soru!
Aslında siyaset yorgunuyuz! Her şeyi siyasete yüklemenin ağır ve yıpratıcı yorgunluğu içindeyiz. Siyasetsiz iş olmaz, elbette. Kastedilen bu değil tabiî ki. Ülkenin yönetiminde siyaset kurumunu tek başına bırakmak doğru mu? “Bunu siyasî merciler istedi” diyerek işin içinden sıyrılabilir miyiz?
Siyaset muhterem, âlî, yüce…onun hakkını teslim edelim. Siyasetten başka kuş tanımamak aynı şekilde ihtiramı hak eder mi?
Siyaseti güçlendiren, tahkim eden arkaplanıdır. Ne yazık ki Türkiye’de siyasetin arkaplanı gittikçe zayıflıyor, yufkalaşıyor.
Siyaset ve düşünce ilişkisi ne iktidarda ne muhalefette sağlıklı işliyor. Düşünenlerin siyasette yeri yok, siyasetin fikirden talebi yok. Düstur şu: Düşünme icra et sade! Siyaset atını doludizgin sürüyor. Sadece iktidarda değil, muhalefetde de bu böyle.
Adeta umumî bir buhran hâli yaşıyoruz.
İktidarı eleştirebiliriz, istişare mekanizmalarını oluşturamadığı için kızgınlığımızı ifade edebiliriz. Peki muhalefetin istişare ile arası nasıl? Hangi muhalif parti, hangi sebeple olursa olsun, danışma maksatlı bir faaliyete imza attı? Daha ötesi, yeni bir ufuk arayışına sahip muhalif parti var mı?
Siyaset yönetir, elbette siyasî alanı esas olarak. Kendi dışındaki alanlarla da bir karşılıklılık ilişkisi olmalıdır.
***
Fikir, edebiyat, sanat, ilim siyasetten sorulmamalıdır. Siyaset bu alanları tanzim hususunda kendini tek yetkili görmemelidir. Görürse ne olur?
Bugün olanlar olur!
Siyasetin değeri, değerleri takdirle artar. Ancak kendini aşan siyaset, yeni ufukları görme gücüne erişir.
Kültüre, sanata, ilme sırt çeviren siyaset kültürsüzlüğe, sanatsızlığa ve ilimsizliğe mahkûm olmak durumundadır.
Sanat siyasetin gözünün içine bakmaz, fikir siyasetten hiza tutmaz, ilim siyaseti gündeminin ilk maddesi yapmaz.
Merhum Nureddin Topçu, darülfünunu medresenin, üniversiteyi de darülfünunun gerisinde görürdü. Şöyle söylüyor: “İnsandaki saltanat hevesini ve tahakküm kompleksini, psikolojik deney konusu olarak tanımak ve öğrenmek için üniversitelerimizin hâlini yakından görmek kâfidir.”
Bu sözün üzerinden en az yarım asır geçti, bugünkü üniversite o günkü üniversitenin ilerisinde mi?
Bugün ilim siyaseti gündeminin ilk maddesi olarak görüyor. Görmese, üniversitelerimiz bu durumda olmaz. Şu şikâyet yaygındı: Bina yok, imkân yok, para yok! Bunların hepsi, fizikî imkânlar, maddî imkânlar olunca ilmin sıçrama yapması beklenirdi.
Şimdi bunlar var, fakat ilimden beklenen hamle kudreti yok.
Üniversite hocalarımız ne zaman “esas muhterem olan kürsümdür, hocalık her şeyden muazzezdir”, derse akademi şahsiyet bulur. Hocalar ilim yoluna sanki sırf dünyalık elde etmek, dekan olmak, rektör olmak, oradan siyasete atlamak için girmiş gibidir. İlmin hedef saptırması ancak bu kadar olabilir.
Sanat, ilim, fikir siyasetin gölgesinde heyecanını kaybetti. Heyecan bitince her türlü yorgunluğun bünyeyi istila etmesi kaçınılmazdır!