Belki de Türkiye tarihinin iktisaden en müreffeh dönemindeyiz. Bunu istatistiklerden, ortaya dökülüp saçılan rakamlardan filan çıkarmaktan yana değilim. Refahın adil dağılıp dağılmadığı da bu yazının konusu değil.
Refahın ölçüsü insan davranışlarına yansımasından okunmalı. İsrafın günümüzdeki boyutları, sonradan görmelerin şımarıklık gösterileri, çarşılarda “güzellik” merkezlerinin, kozmetikçilerin, hızla artması, neredeyse her üç mağazadan birinin güzellik pazarlaması ile ilgili olması açık bir gösterge.
Bütün temel ihtiyaçların ötesinde süslenme-güzelleşmeye yatırım zirve yapıyor. Türkiye’de en yüksek puanla girilen yüksek öğretim kurumları Tıp fakülteleri. Tıp Fakültesi bitirildikten sonra bir de ihtisas var. İhtisasta en yüksek puan cerrahî için gerekirdi. Kalp cerrahisi, damar cerrahisi vs. Son yıllarda bu değişmiş. Cildiye ve plastik cerrahi öne geçmiş.
Cildimizle oynamak, şeklimizi sürekli değiştirmeye çalışmak…
Bu doğrudan sağlığın konusu değil aslında. Zaten bu tür ameliyeler, ameliyatlar sağlık problemlerine yol açıyor. Yine de insanlar vazgeçmiyor, bu alana büyük meblağlar aktarıyorlar.
Bunun anlamı: Maddeye, cisme, bedene tapmaya devam!
Zenginliğin arttığı, refahın çoğaldığı devirlerde, artık para, servet insanı tatmin edemez hale gelir. Farklı yönelişler ortaya çıkar.
Varlıkta olmayan yoklukta, zenginlikte bulunamayan yoksullukta bulunmaya çalışılır.
***
Türkiye’de böyle bir zemin de yok, temayül de. Dine yönelişle ilgili bir samimiyet, tasavvufa yönelişle ilgili bir değişim görebiliyor musunuz?
“Tasavvuf yok ki, yöneliş olsun” diyebilirsiniz.
Kendini tarikata nisbet edenlerin çoğu işin ticaretine dalmış. Mallar, mülkler, şirketler, holdingler… Hacı Bayram’ın ifadesiyle kimse “gönül çak etmeye”, açmaya çalışmıyor. Ruhumuza hitab eden yok, maddemize yatırım yapan çok.
İddiaları müteşerrilik; namaz ölçer, zikir ölçer, ihlas ölçerlik almış yürümüş. En koyu şeriatçıdan daha şeriatçı bir hava bir taraftan, şeyh uçurmanın envaı çeşidi öte taraftan. Uçmak marifet değil, bu devirde toprak olmak marifet. Ancak toprak olan yeni meyveler bitirir.
Dünya cennetini bulmuşlara, cennetin önüne koyduğun turnikeyi kaldırıp Yunus gibi “Cennet cennet dedikleri… İsteyene ver sen onu…” diyebiliyor musun?
Tekkeler kapandıktan sonra da zihnimizde yer etmeye devam eden bir Abdülhakim Arvasi, bir Abdülaziz Bekkine emsali şahsiyetler var mı zamanımızda?
Varsa da biz bilmiyoruz… Bilenlere gıpta ederiz sadece.
Bizim bildiğimiz tasavvufun zamanımızda oynaması gereken rolü oynamadığı sadece.
Kendisi de tasavvuf haddesinden geçmiş olan merhum Nureddin Topçu’yu okurken “zarurî bir ıslah hareketi”nde bahsettiğini gördüm:
“Bir ıslah hareketi zaruridir ve bu ıslah hareketi ebedî olan dinin ruhunu her mevsime göre değişen şekiller ve renklerle muhafaza etmenin sırrını bize gösterecektir. İslâmda çok ıslah hareketleri yapıldı. Mezhepler ise, yalnız hukuk sahasında yapılan ıslah hareketleridir. Bugün yapılması gerekli ıslahat, dinin ruhu demek olan tasavvufla ona uygun şekiller arayan şeriatin uzlaştırılması olmalıdır. Bu, ruhlar âlemine yapılacak bir müdahale olacaktır. Buna muvaffak olmak için şiddete, ithama, gayza, galeyana veda etmeliyiz. İbadetlerimizde kemiyetin bize, keyfiyetin Allah’a ait olduğunu bilerek sayı sayma heveslerimizi çocukluğumuza bırakalım.”
Ey piyasada mutasavvıf geçinenler, şeylik taslayanlar! Etrafına kalabalıklar toplayıp gösterişli meclisler yapanlar; uçanlar, kaçanlar, cennet pazarlayanlar. Topçu’nun ne demek istediğini anlayanınız var mı?
“Var” diyen bir adım öne çıksın! Sizinle davamız var!