IŞİD meselesinin sonuna gelindi mi? Daha önce el-Kaide vardı, lideri gösteri gibi bir operasyonla öldürülmüştü. Sonra İŞİD (DAEŞ) çıktı. İslâm dünyasının büyük çoğunluğu “bunlar da nereden çıktı?” dedi. El-Kaide 11 Eylül İkiz Kule olayının faili olarak lânetlendi. ABD bu olaydan sonra dünya siyasetini değiştirecek adımlar attı. Müslümanlar olağan şüpheli haline getirildi. ABD ve Avrupa’da yaşayan Müslümanların hayat sahaları daraldı. İslamofobi canavarı dünyayı dolaşmaya başladı. Bu canavarı azdırmak için yeni terör örgütlerine ihtiyaç duyuldu. İşte bunların en ünlüsü IŞİD Suriye ve Irak’ta, yani ABD’nin istikrarsızlaştırdığı ülkelerde faal hale geldi/getirildi. Bugün hiçbir Allah kulu bu terör örgütlerinin Batı ile, ABD ile ilişkileri yok diyemiyor!
Kısası, ABD kendi islâmi terörünü kurguladı ve bütün dünyaya Müslümanlara mahsus bir iş olarak pazarladı. Şimdi İŞİD’e karşı zafer kazanıldığı belirtiliyor. Demek ki bu aktörün rolü bitti, şimdi yeni aktörlerin zuhurunu beklemek lâzım.
Dünyada Müslüman imajının olumsuz seyretmesinde Müslümanların rolü yok mu? Yok denemez elbette. Müslümanlar bu imaj oluşumuna malzeme olacak bir hayli abuk sabuk şeyler yaptılar, yapıyorlar. Fakat asıl mesele bu değil, onların nasıl olması gerektiği hususunda batıda yerleşik kanaatler. Bu yerleşik kanaatlere uygun Müslümanları türetmek de bu kanaat sahiplerinin işi.
Yeni Zelanda’da patlak veren vahşet, Müslümanların mazlum konumunu bir daha ortaya koydu. Onlar ibadet yerlerinde bile dokunulmaz değiller. Bunu Yeni Zelanda’ya bakarak söylemiyoruz. O kadar uzağa gitmeye gerek yok: Kudüs’te olup bitenler herkesin gözü önünde cereyan ediyor. İslâm’ın mukaddes mekânlarının üçüncüsünün tecavüze uğraması neredeyse günlük işlerden biri haline geldi. Siyonist saldırganlığına kimse dur demiyor.
Kimseden önce kim dur demiyor?
Sürekli atıfta bulunduğumuz Âlem-i İslâm, ümmet! İslam’ın mukaddes arzında çöreklenen sakil inanç mensupları Müslümanlara değil, İsrail’in eli kanlı yöneticilerine sempati besliyorlar. Yüz yıldan beri gizli bir mutabakat var ve ona göre Filistin ve Kudüs İsrail’e terk ediliyor. Arada bağırış çağırışlar olmuyor değil, fakat bunlar gösteriden ibaret. Biliniyor ki Arap Birliği, İslâm Teşkilatı toplanır, sert bildiriler yayınlar!
Yeni Zelanda’ya dönersek, Hıristiyanlığın başka dinlerle iç içi yaşama geleneği, kültürü yok. Hâkim oldukları topraklarda sade farklı dinlere değil, farklı inançlara da müsamaha göstermediler. Endülüs’ün sonu malum. Avrupa’da mezhep mücadeleleri yüzlerce yıl sürdü. Şimdi sükunete ermiş görünüyor. 2. Dünya Harbi’nden sonra Yahudilerin statüsü yükseldi. Hâlâ İslâma kapıları tam açılmış değil. İslamofobinin temelinde bu var. Öteki Müslümansa, vah haline!
Batı bize çok dinlilik, çok kültürlülük dersi vermeye kalkıyor. Hatta ödev yüklüyor. Müslümanlar başlangıçtan itibaren diğer din ve inanç sahipleriyle bir arada yaşamayı başardılar. Anadolu’yu fetheden atalarımız halkın farklı dinde olmasını mesele etmedi. 19. Yüzyıla kadar bu böyle sürdü. Fakat 19. Yüzyılda batı kaynaklı tahrikle Müslümanlara karşı kışkırtılan unsurlar ciddi sıkıntılar doğurdu. Tabii onları tahrik eden emperyalistler iş farklı boyut kazanınca kenara çekildiler.
Kısacası: Yüzyıllarca gavurumuzla birlikte yaşadık, onlar müslümanlığımızın garantisi gibi idi. Onlar coğrafyamızdan çekilince içimizden gavurlar türemeye başladı!
Yeni Zelanda katliamı, bu ülkede sığıntı durumunda bulunan Müslümanların daha iyi şartlarda yaşaması yönünde bir gelişmeye yol açar mı? Bu soruya evet demekte zorlanıyorum. Temenni ediyorum ve yaşayan görür diyorum.
İsimler meselesi: Neden müşterek isimlerimizi İngilizce yazıyoruz? Muhammed’i, Mehmet’i Mouhammad yazmanın ne anlamı var? Şehid isimlerine bakın: Daoud Nadi, Omar, Sayyad Milne, Naeem Rashid, Talha Rashid, Khaled Mustafa, Amjad Hamid, Hussain al-Umari vs. (Davut Nadi, Ömer, Seyyid Milne, Naim Raşid, Talha Raşid, Halid Mustafa, Emced Hamid, Hüseyin el-Umeri…)