Bir erkek öldürülünce bu “erkek cinayeti” şeklinde haberleştiriliyor mu? Bu noktada islâmî terörle bir bağlantı ister istemez kuruluyor. Yer yüzünde teröre yol açan tek din İslâm! Bir cinayete “kadın cinayeti” demek onu bu şekilde kategorize etmek, ortada bir mesele varsa, çözümüne yardımcı oluyor mu?
Kadın cinayetlerinin aile içi şiddetin son noktası olarak sunulduğu kolaylıkla görülebiliyor. Aile kurumu böylece bir şiddet odağı olarak önümüze konuluyor. Aile çatısı altında bulunanlar, her an şiddete maruz kalabilir, imajı oluşturuluyor. Baba oğlunun kulağını çekmiş, kızına fiske vurmuş bunlar dahi haber yapılıyor.
Kafalara nakış nakış işlenen çözüm belli: Aileden kaçmak!
Aileyi dağıtmak için çalışan çok güçlü bir mekanizma var. Bu mekanizma, her fırsatı değerlendiriyor, olmadığında kendi fırsatını kendi hazırlıyor.
Evet; kadınları eşleri, kocaları öldürüyor! Kadın cinayeti haberlerinden akılda kalan son zamanlara kadar buydu. Fakat, kazın ayağının öyle olmadığı görülebiliyor: “Bu kadın bu adamın nesi?” Sorusunu sorduğunuzda son zamanlarda “sevgilisi” cevabı ile az karşılaşmıyorsunuz. Sevgilisi, metresi, erkek arkadaşı… daha bilmem nesi!
İş icabı 1920’lerden 1970’lere kadar iki sürekli gazeteyi taradım. Kadın cinayeti denilebilecek çok az haberle karşılaştım. Bu az cinayetlerin çoğu aile dışı alanlarda, kadınların istismar edildiği çevrelerde işleniyordu.
Türkiye’de 1970’lerden sonra ne değişti?
Ekonomik göstergelerimizde bir değişim olduğu kolaylıkla görülüyor, refahın arttığından şüphe yok. Şehirleşmede büyük artış var, köylerimiz boşaldı.
Öğretim seviyemiz yükseliyor. Okur yazarlık oranı son yıllarda yüzde yüze dayandı. İlk ve orta öğretim mecburi, her yıl üniversiteye bir buçuk milyon kayıt yapılıyor. Üniversite mezunlarımızın sayısı 10 milyonu aştı. Yani her sekiz kişiden biri yüksek tahsilli.
Kadınların tahsil nisbeti büyük artış gösterdi. Yüksek öğretimde bazı alanlarda kadınlar çoğunluğu teşkil ediyor.
Evlerimiz genişledi. Nohut oda bakla sofa evlerden üç odalı, beş odalı evlere taşındık. Beyaz eşya satışları tam gaz, otomobilsiz ev yok!
O zamanlar bunların neredeyse hiçbiri yoktu, ne hikmetse kadın cinayetleri de yoktu!
Modernizmin bizim için saadet vesilesi saydığı şeylere artık büyük oranda sahibiz. Nedense bunlara sahip olmayan kesimlerde sıkıntı yok!
Mesele ne öyleyse? Neden kadınlar ölüyor/öldürülüyor?
Modernizm sinsi bir ideoloji olarak insanımızı kuşatıyor. Modernizmin lügatinde sevgi, saygı; büyük, küçük; rahmet, merhamet kelimelerine yer yok. Edep, hayâ, hicap, iffet, ismet…kelimelerinin son kullanma tarihleri çoktan geçmişe benziyor. Aile mensubiyetinde ananın, babanın, çocukların, eğer varsa ebeveynlerin kendine has konumları, birbirlerine karşı hukukları modernizmin mantığı ile bağdaşmıyor. Modernlikten kaçılamıyor, fakat onunla nasıl yaşanabileceği konusunda işe yarar bir tecrübeye de sahip değiliz!
Bütün bu kelimelerle hiçbir işi olmadığı anlaşılan “evli” bir kadın bir televizyon programında komşusundan hamile kalmasını sevinçle karşıladığını ilan ediyor! Kötünün, menfinin, olumsuzun, çirkinin, ahlakdışının reklamı ölçüsüz şekilde yapılıyor ve bunu yapanlar kendilerini “muhafazakâr” olarak nitelendirebiliyor.
“İslâmcı”ların, İsviçre’den medenî kanun tercümesine itirazlarının ciddi bir arkaplanı olmadığını, Avrupa’dan sorgusuz sualsiz kanun aktarmaları bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor.
Modernizm erkeğimizi başkalaştırıyor elbette, kadını daha da başkalaştırıyor! Modernlik kadınlarda birçok sebeple öldürücü bir tesir yapıyor. Son hadise, güzelleşmek için botoks yaptıran genç bir kadının ölümü. Bu cinayeti işleyen güzellik merkezi yetkilileri cesedi evine bırakan elemanlarına “‘koronavirüsten öldü’” demesini tembihliyorlar!
Koronovirüs salgın devam ettikçe öldürür, modernizm her zaman öldürebilir! Bir de kimse bu öldürücü modernizmin aşısını bulmaya çalışmıyor!