İstiklâl Marşı’nın millî marşımız olarak kabulünün 98. Yılındayız. 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “ekseriyet-i azime” yani büyük oy çokluğu ile kabul edilen İstiklâl Marşı, o zaman da muhteva itibarıyla bazı milletvekillerinin içine sinen bir şiir değildi. Nitekim, bazı meb’uslar, bilhassa Tunalı Hilmi, muhalif tavrını Meclis görüşmelerinde açıkça ortaya koymuştu. Tunalı Hilmi, Mehmed Âkif’in şiirinin kabul edilmesinin önüne geçemeyeceğini anladığı için bir Encümeni Edebî (edebi komisyon) tarafından incelenerek bazı mısralarının değiştirilmesini istemişti. Genel kurul, bunu reddetti.
Tunalı Hilmi Meclis’in aşırı batıcı milletvekillerindendi. Tıbbiye’de son sınıf öğrencisi iken Avrupa’ya kaçmış, Jöntürk hareketine katılmıştı. İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerindendi.
Onun İstiklâl Marşı’nın hangi mısralarının değiştirilmesini istediğini tam olarak bilmiyoruz; fakat tahmin edebiliyoruz. 1921’in zor şartlarında, zafer ihtimalinin zayıf görüldüğü o günlerde, Mehmed Âkif’in ümid ve iman aşılayan, dinî muhtevası baskın İstiklâl Marşı büyük çoğunlukca heyecanla karşılanmış ve muhtevasına katılmayanlar bile batı emperyalizminin ülkemiz ve milletimize karşı yürüttüğü kirli siyaset karşısında sesini çıkaramamıştı.
Bu fazla uzun sürmedi: 1925 yılında Maarif Vekaleti millî marş yarışması açtı! İşte o zaman İstiklâl Marşı’nın bazılarınca beğenilmeyen yönleri ortaya döküldü. Batı medeniyetinin “canavar” olarak nitelendirilmesi, ilk itiraz noktasıdır. Batlılaşmacı devrimler 1925’te hız kazanmıştı. Bu havada İstiklâl Marşı’nın Türkiye’yi yönetenlere ağır geldiği tahmin edilebilir. Diğer bir itiraz, şiirde “Türk” isminin geçmemesidir. Üçüncü esas nokta da lidere şükran ifadesine yer verilmemesi…
Mehmed Âkif, batıyla iki asırdır savaşarak var olma mücadelesi veren bir milletin marşını yazıyordu. Bunun millî marşta ifade edilmesi şarttı. Batı emperyalizminin müslümanları Avrupa topraklarından atmak, Osmanlı Devleti’ni parçalamak yönündeki vahşi saldırıları olmasa idi, her şey çok farklı olabilirdi. Size düşmanlığı sistemli hale getirene elbette bir sözünüz olmalıdır.
Diğer iki hususa gelince; Âkif’den bir isme şükran ifadesi beklemek abestir. Onun işi isimlerle, şahıslarla değildir. İstiklâl Marşı’nda Türk adı zikredilmeden millet tasavvuru oluşturulmakla kalınmamış, bütün İslâm dünyasını gözeten bir muhteva ortaya konulmuştur. Nasıl bayrağımız Türk bayrağı ve aynı zamanda İslâm bayrağı ise, İstiklâl Marşımız da Türk marşı olduğu kadar bütün Müslümanların marşı olabilecek muhtevadadır.
1925 Mehmed Âkif için de bir dönüm noktasıdır. Önceki yıllarda kışları Mısır’da yazları İstanbul’da geçiren Âkif 1925 Kasımında Mısıra gitmiş ve vefatına yakın günlere kadar dönmemiştir. Sebebi belki de millî marş yarışmasıdır.
Milli marş yarışması açılmıştır açılmasına da sonuçlandırılamamıştır. Bunun esas sebebi Âkif’in marşı ile yarışabilmek bir yana suyunun suyu olabilecek kıratta bir şiirin ortaya konulamaması olmalıdır. Âkif 1921’de şiirini meydan okurcasına yazmıştır. Yedi yüz küsur şiir içinde onunla aşık atacak bir manzume yoktur, muhalifleri zora sokan da budur. 1925’te de durum farklı olmamıştır. Bu 1937’de bir daha denenecek, sonuç pek fazla değişmeyecektir.
Kitap hattı:
İstiklâl Marşı’nı değiştirme çabaları ve Millî Şairde Dirilmek.
Maarif Vekaleti (Millî Eğitim Bakanlığı)’nin 1925’te açtığı millî marş yarışması uzun süre bilinen fakat sahih malumata ulaşılamayan bir efsane idi. Çünkü Maarif Vekaleti binası yanmış ve arşiv de böylece kül olmuştu. 2009’da bir okuyucunun internet üzerinden aldığı belgeler bu hadiseyi karanlıktan kurtardı. Konya Bölge Yazma Eserler Müdürlüğü belgelere sahip çıktı, onarımını yaptı. Bu marş değiştirme hikâyesini Yazma Eserler Müdürü Bekir Şahin ve Prof. Dr. Caner Arabacı, daha önce TYB’nin Mehmet Âkif Bilgi şölenlerinde bildiri olarak sunmuşlardı. Şimdi kitap olarak yayınlandı. İstiklâl Marşı Günü’nde tavsiye edilecek güzel bir kitap. (Çizgi kitabevi, 02125148293)