Suudların zıpçıktı veliahdını Kâbe’nin damındaki görüntüleri dinle edeb ilişkisini zihnime kazıdı. “Din edebdir” diyesim geldi! Milyonlarca Müslümanın gözüne sokulan bu görüntü bütün dünyada “Edeb yahu!” feryadına yol açmış olmalıdır…
Bizim hassasiyetimizi dört asır önce hakîm şairimiz Nâbî zerafetle dile getirmiştir:
Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Hudadır bu
Nazargâh-ı ilahidir, makamı Mustafa’dır bu!
Edebi terk etmekten sakın, yani edepsizlik etme! Burası Allah’ın Habibi’nin mahallesidir, İlahî nazargâh olan Hz. Peygamber’in makamıdır…
Bu şiir rivayete göre, bir paşanın ayağını Mescid-i Nebevi’ye doğru uzatması üzerine yazılmıştır. Biz hâlâ kıble istikametine ayak uzatmayı hoş görmeyiz. Bu hassasiyet aşırı bulunabilir. Fakat son zıpçıktılık, bu hassasiyetin boşuna olmadığını gösteriyor.
Bunlar önce Kâbe’ye yüksekten bakmayı tecrübe ettiler; Müslümanlardan tık çıkmadı. Harem-i Şerif’e tepeden bakan saraylar yaptılar, böylece kibirlerini tatmin ettiler. Bu onları kesmedi, 100 katlı “Zemzem tovır”lar diktiler. Kâbe’ye tepeden bakmayı böylece profesyonelleştirdiler.
Bu zıpçıktı prensin Kâbe’nin damına çıkması ne anlama gelir? Bir cümle ile: Sizin mukaddesiniz bizim ayaklarımızın altındadır!
Maksad Kâbe’nin temizliği ile şereflenmekse, bu göstere göstere yapılmaz! Mukaddese, kutsala hörmet ve riayet, yani saygı göstermek ve değer vermek hissiyat icabıdır. İnsan maddesinin ötesinde histir, duygudur. Hissiyat, fizik ötesine geçiştir, bizi insan yapan işte budur. Maddemizin hayvandan farkı hissiyatla ortaya çıkar. Bir hayvancağız cami duvarını kirletebilir, onun için bu nesnelerden bir nesnedir. İnsan olan bunu yapmaz! Hiçbir mabede hor bakmaz. Esasında bir yapının taşına toprağına değil, temsil ettiği değere saygı gösterilir.
Bize nakledilen, Harem-i Şerif’te uçan kuşların dahi Kâbe damının üstünden geçmediği yönündedir. Geçiyorlar mıdır? Geçebilirler de. Fakat bu bilgi bize Kâbe’ye hürmet ve riayet telkin eder.
Kâbe de taştan, kumdan, topraktan yapılmıştır, herhangi bir bina gibi. Ona riayeti bize Peygamberimiz öğretmiştir. Hz. Ömer’in Hacerülesved hakkındaki sözü hatırlanmalıdır: “Peygamberimiz sana riayet etmese idi ey taş seni öpmezdim!”
Kâbe insanın Allaha adadığı ilk mabed olarak bütün gelmiş geçmiş ehli tevhid-i sembolize eden bir yapıdır. Onu insan oğlu defalarca yeniden yapmıştır. Onun maddesine tapmayız, fakat onun ifade ettiği mânaya riayet ederiz.
Bunlar dine, Peygamberine, onun ashabına, hatta Kur’an’a hörmet ve riayeti gerekli görmezler. Alelade kitaba gösterilen Kur’an’a da gösterilir. Bizim kitabımız bunu yazmaz! Osman Bey, Edebali’nin dergâhında uykuya çekileceğinde duvarda asılı Kur’an’ı görür. Ona riayeten geceyi uykusuz geçirir.
Muhtemelen Osman Bey okuma yazma bilmiyordu. Konar göçer kabilesinde hoca, fakih kabilinden birkaç kişi dışında çadırında Kur’an’ı olan kimse yoktu. Şimdiki gibi değil ki, baskı makinaları bir günde binlerce kitap çıkarmıyordu. Kur’an elle çoğaltılan bir kitaptı ve erişilmesi çok da kolay değildi. Şimdi çok! Benim kütüphanemde muhtelif baskılı otuzu aşkın Kur’an var. Kimi mealli, kimi el yazma, kimi bilgisayar hattı…
Bu Kur’an’a saygı göstermemize mâni mi olacak? Her şeye rağmen Kur’an bir tane! Hepsi o bir tane olan Kur’an’dır!
Peki bu zıptıkçılar İslâm’ın Peygamberine, Kitab’ına, kutsal bilinenlerine riayet etmedikleri gibi bu dünyada hiçbir şeye baş eğmezler mi?
Bunların riayetle kalmayıp secde ettikleri vardır!
Bunlar son olarak Tramp’a, hatta açık karısına, Papa’ya nasıl riayet ettiklerini bütün dünyaya gösterdiler. Azgın Amerikalı Tramp bunlarda bir kıpırdanma emaresi görünce kırbaçını şaklatıyor: “Höst! Benim sayemde o tahtta oturuyorsunuz! Kendinize gelin!” Suudlar çıkıp da “biz Peygamberimize bile saygı göstermiyoruz, size niye göstereceğiz”, diyebilmişler midir?
Biz bu “İslâm” maddecileri, pozitivistleri gibi olmayacağız. Kur’an’a da peygamberine de bütün mukaddeslerine de hürmet ve riayet edeceğiz. Eğer hissiyatsız bir din mümkün diyorsanız, bunun olamayacağını Suudlara bakın anlarsınız. Bunlarınki din değil, belki de yanlış söyledik, bunlarınki din, hem de kuvvete tapma dini. Dün kuvvet İngiliz’in elindeydi, ona riayet ediyorlardı. Şimdi güç Amerika’da onlara riayet ediyorlar. İsrail riayetle kalmıyorlar, secde ediyorlar. Kudüs’ü başkent yapmak isteyen İsrail’e, başkentliğini tanıyan ABD’ye destek veren kim?
Bunların bu dünyada işleri iş. Öte dünya kaygıları var mı? Materyalistin öte dünya kaygısı mı olur?