Devlet’in “tedavül”le, “değişmek”le ilişkisi nedir?
Kur’an-ı Kerim’i mânasına nüfuz ederek okuyanlar bu kelime ve türevlerinin yönetim, idare, hükümranlık anlamlarıyla kullanılmadığını bilirler. Âl-i İmran sûresinin 140. ve Haşr suresinin 7. âyetlerinde kullanılışı dönüşme, dolaşma anlamınadır. “Ta ki ganimet içinizde yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın…”
Nitekim klasik Arapçadan Türkçeye sözlüğümüz Ahter-i Kebir’de bu anlamlara işaret edilmiştir. Esası, iki taraftan birinin üstün gelmesidir. Allah üstünlüğü, devleti bazan birine, bazan diğerine verir…
Ne zamandan beri “devlet” kelimesi “Belli bir ülkede, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı şekilde yaşayan hükümran bir topluluğun meydana getirdiği siyasî teşkilât” anlamına kullanılıyor? Bunu bilmek zor. Fakat, değişme anlamındaki devletle, iktidar, kudret, siyasî hâkimiyet anlamındaki devletin aynı kökten olmadığı söylenebilir. Öyle dahi olsa, bu kelimeler birbirinin içine öylesine geçmiştir ki...
Talih, baht, kut, saadet, mutluluk; büyük rütbe, mevki; nimet; zengin ve varlıklı olma… gibi anlamlar bu kelimenin anlam alanına giriyor. Bu itibarla, Muhibbî’nin, yani Sultan Süleyman’ın “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi” hikemi beytinde devletin yerine hangi anlamı koysak sırıtmaz.
Devlet kelimesi hangi kökten gelirse gelsin, hangi anlamlarda kullanılırsa kullanılsın bugün ilk mânası, yani siyasî anlamı zihnimizde belirir.
20. yüzyılda devlet kavramının siyasî anlamı etrafında konuşan, yazan, tartışan kesimler arasında “islâmcılar” da vardı. İslâm devleti, İslâmi devlet, Kur’an devleti… adlı kitaplar yayınlandığını hatırlarız. İslâm’ın yönetim sisteminin cumhuriyet olduğu cumhuriyet döneminin başında çok vurgulanmıştır. 1970’lerde yoğunlaşan “İslâm devleti” kavramı iddialarının ciddi bilgiye dayanmadığını söylemek hata olmaz. Ütopik bir İslâm devleti tahayyülü ortaya çıkmıştır ve bu devletin başkentinin Mekke, anayasasının Kur’an olduğu iddia edilmiştir. Müslümanlığın başlangıcından itibaren Mekke’nin veya Medine’nin başkent olduğu bir İslâm “devlet”i kısa süre dışında mevcut olmamıştır! (Hz. Ali’nin başkenti Kûfe’ye naklettiğini hatırlamak yeter.)
İlahi irade müminlerin mukaddes bir merkezden idare edilmesini murad etmediği gibi, kutsal bir soy tarafından yönetilmesini de gerekli görmemiştir. İslâm tarihinin akışı bize bunu gösteriyor.
Kur’an anayasa olarak kabul edilebilir mi? Geniş anlamda Kur’an bir ana-yasa, ana-kanun, temel metindir; siyasî anlamda anlaşılmak istenirse bu doğru değildir. İslâm devleti, İslâm cumhuriyeti kavramları modern zamanlara has adlandırmalardır. “İran İslâm Cumhuriyeti”nden önce böyle bir adlandırmanın. Kullanılmadığını sanıyorum. İslâm devleti ancak dinin emir ve yasaklarını gözeten devlet olabilir. Geçmiş devletlerin İslâm devleti, Müslüman devleti olarak adlandırılması halka veya hanedana/yöneticilere nisbetledir. Osmanlı Devleti örneğine bakarsak, bu devletin dinin emir ve yasaklarını gözettiğini, yönetim ilkeleri itibarıyla eski Türk devlet geleneği ile doğunun yönetim geleneklerini mecz ettiğini, bilhassa İstanbul’un fethinden sonra Bizans yönetim geleneğini de işin içine kattığını söyleyebiliriz. Tarih boyunca “din devleti” anlamında bir İslâm devleti olmuş mudur? Bunun için sırf din adamlarının yönetimi gerekir, böyle bir devletin söz konusu olmadığını söyleyebiliriz.
Türk tarihinde devlet merkezî yeri işgal eder, tarih devletler üzerinden yazılır. İlk yazılı metinlerimiz, Orhun yazıtları devlet metinleridir. İslâmî devrin ilk büyük edebi eseri Kutadgu Bilik devlet yönetimi kitabıdır. Ve 11. asrından itibaren neredeyse 9 asır Türk hanedanlar İslâm dünyasını yönetmiştir. Bu sebeple Türkiye’de din esaslı düşünen kesimde “devlet” kavramı önemli yere sahip olmuştur. Bunun İslâm dünyasının başka bir yerinde söz konusu olmadığını düşünüyorum.
Türkiye’nin dindar kesimleri siyaset yerine toplumu hedefleselerdi, sonuç çok başka olurdu. Toplumun sağaltılması, yetiştirilmesi, terbiye edilmesi, ahlâk üzere yaşatılması siyaset dışında kalarak daha fazla mümkün olabilirdi. Hedef devlet değil, bir ahlâk toplumu olmalıydı.
Devletle imtihanın nasıl zor bir imtihan olduğu ayan beyan ortada. Siyasetin muhtemelen toplumun meselelerini toptan halledebileceği düşünülmüştü. Bugünün manzarası öyle göstermiyor. Hatta siyaset bu alanlarda varlık göstermekte istekli olmuyor, desek yanlış olmaz.