Türkiye’de din veya ona bağlı değerler konusu Cumhuriyet’ten sonra bir anlayışa göre kesin olarak çözülmüştü. Dinin değerler alanındaki görünürlüğü tamamen ortadan kaldırılmalıydı. Din örtünmeyi emrediyordu, alabildiğinde açılmalıydı; din içkiyi men ediyordu, içki tüketmek değer haline getirilmeliydi. Din ahlâkı zorunlu kılıyordu, ahlâk önemsizleştirilmeliydi.
Bütün bunlar gerçekte laiklikle ilgili uygulamalar mıdır?
Doğrusu laiklik, yani 1920’lerdeki ifadesiyle “lâdinilik”, işin merkezindeydi, fakat Kâzım Karabekir Paşa’nın kayda geçirdiğine göre, şimdiki CHP’nin kökü olan Cumhuriyet Halk Fırkası yurt sathında lâdini (dindışı) ve lâahlâkî (ahlâkdışı) klüpler kurmaya başlamıştı!
Bu uygulamadan Cumhuriyet laikliğinin anlamını çıkarın bakalım!
Dinin reddi, ahlâkın reddi... İnsanın sadece fizikî varlığının esas alınması. Pozitivizmle pragmatizmin baş tacı edilmesi.
Dindarların bu dönemlerdeki var olma mücadelesi aynı zamanda ahlâkın ikamesi mücadelesi idi. Bu mücadelenin bütün mahim şahsiyetleri esas olarak ahlâkiliğe vurgu yapmışlardı. Dinin yaşanılırlığı toplumun sağlıklılaştırılması, insanın yücelmesi ahlâkilikle mümkündü. Din teorik olarak bütün iyilikleri, güzellikleri, ahlâkilikleri ihtiva ediyordu. Mükemmel ahlâkî insan (kâmil insan) dinin son hedefi idi. Namaz başta olmak üzere bütün ibadetlerin hedefi bundan başka bir şey değildi.
***
Ahlâkilik yaşanmadan ortaya çıkmaz.
Namaz kılan, fakat ahlâkdışı fiilleri sürdüren, oruç tutan ama ahlâksız işlere devam eden, hacca giden yine de ölçüde tartıda hile yapan, kul hakkı yiyen... Dinin emirlerini şekle indirgeyenlerin, İslâm’ın ruhunu, özünü yok sayanların dindarlıkları konusunda konuşmak, eleştiri yapmak giderek güçleşti. Siyaset ihtiyaca binaen bu “maddeci dindarlar”ı baş tacı etti. Ahlâk cinsî konulara münhasır addedildi.
Yetim hakkı yemek, halkın gıdasına zehir katmak, görünür görünmez cinayetler işlemek... fuhuştan daha az mı günah?
Zamanımızda riyakârlık dindarların hayat tarzı haline gelmiş olabilir mi?
Bu elbette söz konusu olamaz, fakat dindar görünümlülerin böyle bir noktada olduğunu söyleyebiliriz.
Dini alandaki gevşeme, profesyonelleşme, cemaat-tarikat vb. yapılardaki nitelik kaybı ve yozlaşma gerçek bir sosyal kontrole de imkân vermiyor. Dinî alan tanzim edilirken ahlâkiliğin gözetilmesinde bazı zaafların yaygınlaştığı hissediliyor.
Son yıllarda inşa edilen bazı dinî yapıların helâl kazanç esası gözetilerek yapılmadığı iddiaları yoğunlaşıyor.
Dinî varlığımızın gücü ahlâkın ikamesini dava edinmemize bağlı.