Dilde tasfiyecilik, sonraki adlandırma ile özleştirmecilik, zihin dünyamızın en büyük belâsıdır. Bugün doğru dürüst türkçe düşünemiyorsak, konuşamıyorsak, yazamıyorsak, en başta gelen sebebidir. Bunun milliyetçilik olarak yutturulması da meseleyi katmerleştiriyor. Gerçi bu hususta Ziya Gökalp’ın sözünü esas alırsak, mesele halledilir: Türkçeleşmiş türkçedir!
Dilimizin tabiî değişimini sağlayamadık; daha açığı, buna izin verilmedi!
Birileri zihin dünyamızı allak bullak etmek ve dimağımızın olağan işleyişini dumura uğratmak maksadıyla habire kelimelerimizle oynuyor. Kaç neslimizin asırlardır dilinden düşürmediği, kaç kalemimizin yazmaktan vazgeçmediği kelimeler, görünmez bir elin tasarrufu ile yok hükmünde sayılıyor.
Bir de bakıyorsunuz “kelime” yok!
“Kelimeler kifayetsiz” de ondan mı?
Ne var? “sözcük” var.
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce. (Orhan Veli)
Haydi bakalım Orhan Velinin şiirini “sözcük”le okuyalım!
Dilimize mal olmuş, bizim olmuş ve başka dillere bizden geçmiş yerleşik bir kelimenin yerine konulmak istenene şüphe ile bakarım. Neden? Dilin malı olan, konuşurken yazarken kullandığımız, anlaşılmasında sıkıntı olmayan bir kelime neden değiştirilir ki? Daha doğrusu böyle bir kelime neden cinayete kurban edilir ki?
Dil Kurumu bir zamanlar zihnimizi kelime mezbahasına çevirdi. Nelere kıyılmadı ki?
Şu sıralar bu kötü son “kelime” için de sözkonusu. Kelime yerine “söz-cük” demekten ne çıkar? Bazı aklı başında kişilerle konuştuğumuzda bu cevabı alıyorum. “Hem kurallara uygun!”
Kurallara uygun mu o tartışılır, (Agop Dilaçar bile itiraz ediyor) fakat türkçenin ruhuna aykırı!
Bu türkçenin bedeni var, ruhu yok.
1930’lardan beri kendi dilimizden tercümelerle meşgulüz. Halit Ziya Uşaklıgil’in romanları 6 defa “özleştirilmiş”. Unutturulan kelimeleri tercüme etmekten başka bir şey yaptığımız yok. Başka bir şey daha yapıyoruz aslında: Büyük yazarların temel eserlerini okumaktan vazgeçiyoruz. Çocuklarımızın vazgeçmesi için ne gerekirse onu yapıyoruz. Çocuklar bir sayfada beş altı tane bilmedikleri kelimeye rastlayınca, bunalıyorlar. Sanmayın ki bunlar bize uzak kelimeler. İşte İstiklâl Marşı’nın kelimeleri: İstiklâl, hür, millet, vatan, medeniyet.
Bağımsızlığa, özgüre, ulusa, yurda, uygarlığa küçük yaşlarda şartlanmış zihinler İstiklâl Marşı’nın başka bir dilden konuştuğu zehabına kapılıyorlar.
Tanpınar, değil kelimeyi, onun telaffuzunun, söylenişinin ne demeye geldiğini açıklıyor:
“Nuran’ın bazen çok eski kelimeler kullanmasının, hatta bundan hoşlanmasının, bazı heceleri medle uzatmasının sebebini anladı. Mesela Nuran, -o anda- kelimesini o -ande- diye söyler, böylece türkçe için çok uzun, bir çekişten sonra en hafif üstünü getirebilirdi. Bu İstanbul şivesi dediğimiz, Nedim’in ve Nâbî’nin hayran oldukları terbiye ve zevkin içinde yetişme idi.”
Dünyanın en akıllı milleti biziz! Habire kelimeleri değiştiriyor ve böylece dili özleştirdiğimizi sanıyoruz. Avrupa’nın köklü dillerinde neden böyle şeyler görülmüyor? Almanlar neden wort yerine başka bir kelime aramıyorlar? İngilizler neden “word”a bu Germen’in kelimesi demiyor? Fransızlar neden “mot”la yetiniyorlar. (Mot’u “mota mot”dan hatırlayın).
Mot gerçekten fransızın kelimesi mi? İtalyanlar motto diyor, latincesi muttum. İngilizcede motto şiar, düstur anlamı kazanmış, bize de böyle geçmiş. Avrupa dillerinde latince kökenli kelime oranı hiçbir zaman yüzde otuzlardan aşağı düşmez. İngilizcede, fransızca kelimeler yüzde yirmi beşe varır.
Bu “aptal” kavimler neden dillerini bizim gibi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmıyorlar? Salaklıklarına doymasınlar!
“Kelime” değişince ne değişir? Türk dünyasıyla dil birliği iddiasında olanlara sözümüz: Azerbaycan’dan itibaren kullanılan ortak bir kelimeden vaz geçmiş olursunuz! Dil diye meselesi olmayan, sığlıkta boğulan “islâmcılık” müddeilerine sözümüz şu: “Kelime”den vazgeçtiğinizde kelime-i şehadeti, kelime-i tevhid’i, “kelimetullah”ı ne yapacaksınız? Kolayı var: “tanıklık sözcüğü”, “birlik sözcüğü”, “Tanrı sözcüğü” der geçeriz!
İşte “kelime”yi unutturarak çöpe atacağımız bazı yazarlar ve onlardan seçilmiş cümleler:
“Sesi kalın ve dikti, kelimeleri eliyle bir kabartmayı yokluyormuş gibi harflerin ve seslerin bütün kudretini âşikar ederek söylüyordu.” (Ahmet Hamdi Tanpınar)
“Her dilde bir şiir kelimesi vardır”. (Yahya Kemâl)
“Kelime üstü bir âhenkle konuşuyorum”. (Necip Fâzıl)
“Kelime, kendimi seyrettiğim dere. Kelime sonsuz, kelime adem”. (Cemil Meriç)
“İyice düşün ilk kez kim duyuyordu âyetleri/Hatta o ısılı ve tamam edilmiş kelimeler yardımıyla”. (Cahit Zarifoğlu)