Türkiye’nin bir bekâ meselesi var mı?
Buna “hayır” demek bugünün dünyasını kavrayamamak olur. Sömürgecilik sonrası (post kolonyalist) dönemdeyiz. Yani, sömürgecilik güya terk edilmiş, fakat çarkı işliyor; değişen sade görüntü. Sovyet sonrası dünya dengesi tam olarak kurulamadı. Belki önümüzdeki yarım yüzyılda yeni ve kalıcı dengeler oluşacak. Bu değişim döneminde gücü elinde tutanlar hükümlerini sürdürmek için hamle üstüne hamle yapıyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya, sahip olduğu tarihî miras ve her şeye rağmen sürmekte olan devlet varlığı bölgemizin geleceği ile ilgili bize bir şeyler söylemese bile yabancılara söylüyor. Türkiye’nin bölge üzerindeki otoritesini tanımak dünya sistemini kontrol edenler için akılcı bir yol olabilir. Şu sıralar Türkiye’nin bölge üzerinde oluşabilecek otoritesini tahdit yönünde stratejiler geliştirmek şeklinde beliren ikinci yolun tercih edildiğini izlenimi uyanıyor:
Asıl mesele İsrail’in bölgedeki zoraki varlığıdır. İsrail’i dengeleyebilecek, onun vahşete dayanan varlığını etkisizleştirecek bir güç sömürgeciler açısından kabul edilebilir mi? Sömürge güçlerinin terminal devleti İsrail’in Türkiye ile ilişkileri bozuldukça bölgenin bazı “Müslüman” devletlerinin İsrail’le sarmaş dolaş olması nasıl bir denge kurulmak istendiği konusunda fikir verebilir.
Türkiye’nin güney sınırları 1990’lardan beri tehdit altında. Önce Irak’ın işgali, sonra Suriye’nin milletlerarası bir savaş alanı haline getirilmesi Türkiye’nin bekâ meselesini derinleştiriyor.
Meseleyi sırf toprak meselesi veya mevcut sınırların korunması olarak görmemek lâzımdır. Mevcut sınırların kutsanması kabul edilebilir değildir. Bu sınırları çizenler bu sınırları şimdi mesele haline getiriyorlar.
* * *
Bize göre vatanın maddesinin korunması kadar mânasının, ruhunun muhafazası da büyük önem taşıyor. Hatta birinci önceliğin manevî vatanın, yani kültürel ve medenî varlığımızın muhafazasına, tahkimine verilmesi gerekiyor. Dilimizin, bu dille oluşturduğumuz zengin edebiyatın, musıkimizin ve diğer güzel sanatlarımızın insanî varlığımızı güçlü kıldığını unutmamalıyız. Bu kültürel-medenî varlığın arka planında güçlü bir İslâm inancı var.
Bugünün Türkiyesinde dilden dine kadar bütün varlık unsurlarımızın tahrib edilmek istendiği görebiliyoruz. Dil varlığımızın tahribi, bütün dille yapılan sanatlarımızı, düşünce ve ilim hayatımızı etkiliyor. Güçlü musıki kültürümüz değer bilmezliklerin en keskinine maruz bırakılıyor. Mimarimiz neredeyse tarihe ait bir kültürel konu haline getirildi. Güzel sanatların esamisi okunmuyor.
Türkiye’de siyasetin bütün alanları örtecek kadar öne çıkarılması, her şeyin siyasete tâbi kılınması, meselenin esasını teşkil ediyor. Siyasete hakkını vermekle beraber, kültüre, sanata, edebiyata geniş alanlar açmak, imkân sağlamak, günümüzün en önemli meselesi. Belki de asıl bekâ meselesi bu!
Maarifini ıslah edememiş, kültürel alanı hür yaratıcılığa imkân verecek şekilde tanzim edememiş bir ülke insan varlığının geleceğinden emin olamaz.
Birlikte söylediğimiz türküler, şarkılar; ezberimizdeki şiirler, müşterek okuduğumuz zihnî yapımızı oluşturan kitaplar ve bin yıl içinde meydana getirdiğimiz kültürel-medeni eserler yarınımızın şekillenmesinde esas rolü oynayacak. Bu konular üzerinde düşünmek, büyük hava limanlarına, Avrasya geçişlerine, köprülere denk projeler geliştirmek, sınırları korumak kadar önemli bir bekâ meselesi olarak önümüzde duruyor.