Pazartesi günü yazımız Ankara ile ilgili idi. Yaşadığım şehirle ilgili yazmak olağan elbette. Ankara tarihi önemsenmeyen bir şehir, adeta tarihsizmiş gibi davranılan bir şehir. Bunu Ankara’yı başkent ilan edenler de yaptı, sonraki iktidarlar da. Yazımıza eklenen yorumlarda bir okuyucu “Ankara’yı iyi bildiğiniz anlaşılıyor, acaba belediye başkanları size danışıyor mu?” mealinde soruyordu.
Bu sorunun cevabı bilinerek sorulduğunu sanıyorum.
Çünkü başkanlar her şeyi bilirler, hatta bilenlere danışılmaması gerektiğini de!
Ankara’nın başkanlarıyla maceralarımız bir kitap doldurur! Fakirin Ömrüm Ankara-Bir Ankara Şehrengizi namında bir kitabı var. Ankara’nın tarihini, kültürünü, dününü, bugününü bir medeniyet perspektifinde yazmaya çalıştık. Ankara’nın son 25 yılında başkan olan zatın yaptıklarını da yeri geldiğinde eleştirdik kitapta. 2014’te çıktığında kitabı tanıdığım Ankara merkezindeki belediye başkanlarına hediye ettim. Dokunmaya korktular!
Eleştiri tehlikelidir! Hele büyükşehir başkanının eleştirmek daha da tehlikelidir!
* * *
Ve Ankara belediye hizmetleri açısından son çeyrek asırda kültürel anlamda çölleştirildi. Başkanı kitap okumamakla iftihar etti, bir tane kütüphane açmak bile aklından geçmedi. Bütün yatırımını oyun ve eğlenceye yaptı. İşi kafayla değil, ayakla idi. Onun Ankara’ya attığı büyük eğlence merkezi Anka-Park kazığı nasıl çıkarılacak? Bilemiyoruz. Alt belediyeler de Keçiören istisna, büyük başkanın izinden gittiler.
Ankara’nın tarihî merkezini içine alan belediyeye bir kaymakam, muhtemelen yönetimde etkili bir şahsın önerisiyle başkan yapıldı. “Yapıldı”, diyoruz çünkü seçimlerde adaydan çok lidere oy veriliyor. Başkan seçildikten sonra taze hevesle kültür alanında etkili bir kurum olan Türkiye Yazarlar Birliği yöneticilerini Hamamönü’nde yeni onarılmış eski bir Ankara evine davet etti. Başkanın kültür ve sanat faaliyetlerinde iş birliği teklifini biz de benimsedik. Mümkün olduğu kadar yardımcı olmaya çalıştık.
1978’den beri mesele edindiğimiz İstiklâl Marşı’nın yazıldığı Taceddin Dergâh’ı da bu belediye sınırları içinde. Dergâh’ın korunması, etrafının çirkin yapılardan temizlenmesi ve çevresinin bir kültür sanat semti görünümü kazanması için uğraşıyoruz. Dergâh’ın çevresinin “İstiklâl Marşı Bahçesi/Bağı” olarak düzenlenmesi, civardaki eski Ankara evlerinin sağlıklılaştırılarak kültür ve sanat kuruluşlarına tahsisi projesi 1990’ların başından beri gündemimizde. Bütün ulaşabildiğimiz yetkililere konuyu anlatmaya çalışıyoruz. Uğraşmamız sonuç verdi. Başkan İstiklâl Marşı Parkı (o bahçe demek istemedi) için harekete geçti. Genç bir mimar hanım Başkan’ın talimatı üzerine bizi ziyarete geldi. Elinde planlar, maketler. “Ben Mehmed Âkif’le ilgili İstiklâl Marşı yazarı olduğundan başka bir şey bilmiyorum, edebiyatla filan da alâkam yok!” dedi. Biz de dilimizin döndüğünce anlatmaya, kitaplarla konuya ısındırmaya çalıştık. Projesi mevzuya uzaklıktan ötürü bize soğuk geldi, izah ettik. Burası Millî Mücadele’nin ve İstiklâl Marşı’nın yazılış şartlarının okunduğu bir mekân olmalıydı. Fakat öyle olmadı, sıradan bir park yapıldı. Tek fark İstiklâl Marşı’nın acayip bir plastik malzeme üzerine yazıldığı güya “anıt”tı. Bu plastik ucube çevre ile uyumlu değildi, güzellikten nasipsizdi. Başkanı ziyaret edip bunu anlattık. O da cevaben: “Hacettepe Üniversitesi hocaları beni arıyor, bu garabeti görmemek için yakınından geçmemeye çalışıyoruz diyorlar!”
Başkan yaptığı işten geri dönmek istemiyor. O sırada 12 Mart İstiklâl Marşı günü kanunu çıkalı bir yıl olmuş, bürokratik ayak sürçmelerle yönetmelik hazırlanmadığı için kutlamalar resmen yapılamıyor. Biz de Başbakan’dan görüşme talebinde bulunduk. Beklenmedik bir zamanda arandık ve TYB Başkanı Hicabi Kırlangıç’la Başbakanlığa gittik. Meseleyi izah ettik. Tayyip Bey, İstiklâl Marşı Parkı hakkında fikrimizi sordu. Fazla derine girmeden, güzel olduğunu, etrafın temizlendiğini, yeşillendirildiğini filan söyledik. “Ancak, o plastik İstiklâl Marşı anıtı oraya yakışmadı” dedik.
* * *
O sırada Başbakan bizim ummadığımız bir şey yaptı. Hemen belediye başkanını arattı ve o anıtı oradan kaldırmasını söyledi. Biz böyle anında görüntü beklemiyorduk. Niyetimiz başkanı şikâyet değildi, bir fikir beyanı idi. İşte bunun üzerine Başkan’ın tekebbürü zirve yaptı. Bir daha bizimle görüşmedi.
Bu arada, Hacettepe semtinde bir hayli ev devlet bütçesinden ayrılan bir fonla onarıldı, bazıları çevreye uygun şekilde yeniden yapıldı. Ve bizim projede olduğu gibi gönüllü-gönülsüz kuruluşlara, yandaşlara candaşlara… tahsis edildi.
Bize en çok sorulan soru şudur: Neden Türkiye Yazarlar Biriliği’ne proje sahibi olduğu halde Hacettepe’de yer verilmedi?
Oysa Başkan kibir katsayısı yükselmeden ilk ve en güzel binayı TYB’ye tahsis edeceğini, burada Mehmed Âkif Kütüphanesi kurup gençlerin istifadesine sunulacağını söyleyip duruyordu…
Belediye başkanları son dönemde büyük yetkilerle donatıldı. Âdeta denetim dışı tutuldu. En abuk sabuk işleri yapsalar bile eleştirilmediler, müdahaleye maruz kalmadılar. Bu onların enaniyetini büyüttü, her biri kendini yarım ilah gibi görmeye başladı. Ankara’da öyle işler oldu ki, “ama nasıl olur!” demekten başka bir şey yapamadık. Bunlar Türkiye’yi yönetenler tarafından görülmüyor muydu? Geç görüldüğü kanaatindeyiz. İşte Ankara’nın müzmin başkanını görevden uzaklaştırmaya götüren süreç budur.
Biz tenkitlerimizi zamanında yazdık. Belki başka eleştirenler, itiraz edenler de oldu. Fakat bir tesir uyandırmadı.
Okuyucunun sorusuna cevabımız şu: Artık kibir katsayısı başkan adayı olunduğunda yükseliyor!