Tesadüf, sadece tesadüftür; asla başka bir şey değil! Tesadüf tesadüfen tesadüfe rastgeliverir!
18 Mart, Çanakkale deniz zaferinin yıldönümü ve biz Anzak’ın nza’sını yani, Yeni Zelanda’yı konuşuyoruz!
Anzak (Anzac) bizim için bir asırlık bir kelime. Onlar 1915’te Gelibolu’ya geldiler ve on binden fazlası bizim topraklarımıza karıştı… Kaç Mehmetçiğin kanını döktüler, meçhulümüz!
Bu acı mağlubiyet Avusturalya ve Yeni Zelanda’nın hâfıza kaydında bir kimlik unsuru olarak duruyor. Bu uzak ülkelerden yola çıkanlar yıllardır 25 Nisan günü Çanakkale’de buluşup 1915’te Gelibolu arazisinde toprağa karışan cedlerini, “şafak ayini” ile yâd ediyorlar. “Anzak günü ilk ne zaman kutlandı” derseniz, cevabı 1916 olur! Bu ne uzun ısrar, bu ne kıt’alar aşan kararlılık.
Bir asrı geçkin silinmez bir hafıza kaydı…
Biz muazzam zaferimizi unuttuk, onlar yenilgilerini unutmadı… Zaten asıl unutulmaması gereken mağlubiyettir!
Anzak/Anzac 1. Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Avusturalya ve Yeni Zelanda sömürgelerinden devşirdiği askerlerle oluşturduğu kolordunun kısaltması: Australia, New Zeland ve corps (kolordu)…
Hiçbir tedhiş/terör hadisesi için bir halkı, milleti, toplumu suçlamamak gerekir, amenna. Elbette bütün Yeni Zelanda halkı bu çılgın terörist gibi silahı eline alıp masum insanları öldürmeye kalkışmaz. Fakat bu toplumun zihin kodlarında bir kimlik unsuru olarak yerleşmiş korkuların, kuşkuların ve karanlık hedeflerin sadece bu tedhişçiye has olduğu sanılmamalıdır.
Anzaklar 1915’te cepheye nasıl sürüldü? “Britanya imparatoru için öleceksin” diye mi? Hayır! Tamamen “ulvî” gayelerle cepheye sevk edilmiş olmalıdırlar. Nedir bu ulvî gayeler? Dünyanın ve bilhassa Hıristiyanların başına belâ olan Osmanlı, Türk ve İslâm devletinin kötülüklerine son vermek için. Sultanı, hakanı ve halifeyi alaşağı etmek için! Bizans’tan alınan Konstantinopolis’i kurtarmak için, Ayasofya’nın üzerinden hilâli kaldırmak ve minarelerini yıkmak için…
Ondan sonraki safha büyük kubbenin üstüne haç dikmek!
Evet bu bize göre bir fanatizm, fakat onlar için öyle mi?
Bu cani, işte ana fikrini silahına işlemiş ve tetiğe dokunduğunda camide ibadet halinde olan masum Müslümanları kana boğmuş… (Terörist daha önce Türkiye’ye gelmiş… Muhtemelen Anzak günü vesilesiyle!)
***
Buraya kadar tamam. Viyana nereden çıktı? Kosova neyin nesi?
“Şark meselesi” nedir? Bizim “Lozan Konferansı” dediğimiz şeyin resmi adı nedir? Yakın Şark İşleri Konferansı?
1911’te tercüme edilmiş bir kitap var kütüphanemde: On Sekizinci Asırda Mesele-i Şarkıye. Müellifi muallim (yani profesör) Alber Sorel. 1906’da ölmüş çok ünlü bir siyasi tarihçi. Yahya Kemal onun derslerine devam etmiş. Yusuf Ziya (Özer) in çevirdiği kitap şu tesbit cümlesi ile başlar: Türkler Avrupa’ya ayak bastığı günden beri şark meselesi zuhur etti…
Şark meselesi Türkler Avrupa’ya ayak bastığında ortaya çıktı! Bu cümleden “Şark Meselesi”nin nasıl halledileceğini de çıkarabiliriz: Türkler tamamen Avrupa’dan kovulduğu zaman!
Bu terörist Kosova savaşından sonra 2. Murat’ı öldüren Sırpla kendini özdeşleştiriyor. O da mağlup, ama Türk hükümdarını katletmiş bir kahraman onun için! Tarih, 20. yüzyılın sonunda Sırpları yine gündeme taşıdı: Yugoslavya parçalanırken ciddi bir Müslüman katliamı yaşandı. Eğer Boşnaklar ve onların bilge lideri Ali İzzetbegoviç olmasa idi, Balkanları İslâm’dan arıtmak mümkün olacaktı belki de.
Terörist kafasındakileri silahına işlemiş, üstüne üstlük bir de beyanname kaleme almış! Bu beyannamede ifade edilenlerin Yeni Zelandalıların zihin dünyasını dışa vurduğunu düşünebiliriz.
Neden?
Yeni Zelanda dünyanın bir ucunda bir ada ülkesi. Bağımsız ama İngiltere’ye bağlı! Hâlâ İngilizlerin bir sömürge valisi var burada. Yakın bir düşmanları yok. Uzak düşman yüz küsur yıldır onları meşgul ediyor, kimlik sahibi yapıyor.
Bu katliamın cereyan ettiği şehrin adı ilgi çekici değil mi? İsakilisesi!
İsakilisesi’nde Müslümanın ne işi var?
Papa boşuna dememiş: Mânasız şiddet! Mânalısı İsakilisesi’nde Müslüman bırakmamak olabilir!