Esasen Tevfik Fikret’i pek hatırladığımız yoktu, Beşir Ayvazoğlu’nun “muhalled” eseri çıkageldi. Fikret edebiyatımızın unutulmuşlarından. Elbette sevinilecek bu bir hâl değil bu. Fikret’i de okumalı, bilmeli, tanımalıyız, sevmek ayrı bahis. Fikirlerini de beğenmeyebiliriz, hatta yanlış bulabiliriz. Yanlışı bilmek bize doğruyu anlama konusunda yardımcı olur.
Önce Âkif değil, Fikret vardır. Âkif’den 6 yaş büyüktür Fikret. Yenilik edebiyatının efsanevî dergisi Servet-i Fünun’un yöneticiliği ve o dergide yayınladığı şiirler onu şöhret yaptığında Âkif genç bir baytar olarak Osmanlı ülkesini dolaşıyordu.
Fikret’in hayatında en etkileyici kırılma, dayısı ile birlikte hacca giden annesinin koleradan ölmesidir, diye düşünüyorum. Sakızlı mühtedi bir ailenin çocukları, belki de hacca gitme iştiyakı bu yeni Müslümanlıktan. Fakat işte Müslümanlık sanki anneyi çocuğundan ayırıyor. Annesi öldüğünde Fikret, 12 yaşında. Fikret, bilahire ölen dayısının kızı ile evleniyor...
Babasının Hama’ya görevlendirilmesi (bir nevi sürgün), bunu da bir yere kaydedelim. Nihayet baba da İstanbul’a dönemeden Antep’te vefat ediyor...
Edebiyatçılar bunalıyorlar, Osmanlı’dan, Osmanlı yönetiminden, Avrupalı olmamaktan. Ortaya Yeni Zelanda ütopyası çıkıyor, gidip orada yaşayacaklar. Sonunda Manisa’da bir çiftliğe de razı oluyorlar, ama o da olmuyor. İçinde yaşadığı toplumdan, yönetimden nefret, İngiliz sömürgeciliğini desteklemeye kadar varıyor. İngilizler Güney Afrika’da Boerleri mağlub edince tebrik imzaları atılıyor. Fikret hürriyetçi, istibdada karşı, ama sansürcü! Ali Ekrem’in “Şiirimiz” yazısını dergiye sansürleyerek koyuyor. Ondan sonra dergide fazla kalamıyor…Sis şiiri, Tarih-i Kadim, Sultan Abdülhamid’e suikast yapan Ermeni komitacılarını alkışlayan şiiri…Bir Fikret portresi yapmak için hayli elverişli olabilir.
Robert Kolej’e irfanı tabiyet değiştirerek gidiyor. Hemen yakınına inzivagâh olarak “âşiyan”ını kuruyor. Bu bir kaçış, önce toplumdan, camiadan ve nihayet kendinden kaçışa kadar varıyor. Fikret kaçarken, devamlı geriye ateş ediyor! Ülkesine, milletine, değerlerine… İşte bu noktada Âkif bir onarımcı, yara sarıcı olarak çıkıyor. Onun reddettiklerini, lânetlediklerini, yüzüstü bıraktıklarını ayağa kaldırmak istiyor.
Bu sonunda bir çatışma doğuruyor. Malûm Fikret-Âkif kavgası, bir değerler kavgasıdır. Âkif Fikret’e zangoç diyor, o da Âkif’e “Molla Sırat”.
Fikret’in oğlu üzerinden bir gençlik modeli ortaya attığını biliyoruz. Pozitivist, müsbet ilimci bir nesil istiyor Fikret, maneviyata yer yok. Asıl model kendisi olmalıdır, kendi benine güveni oğlunu önemli kılıyor. Fakat oğlu Halûk, öyle yetiştiriliyor ki, sonunda Hıristiyan oluyor. Öyle süreçlerden geçiyor ki, başka bir şey olması mümkün değil. Zaman zaman Yahya Kemal’ın “Ezansız semtler” yazısında sözkonusu ettiği kimliğini kaybeden çocuklar düşüncesi, Ezan’ın ulaşamadığı Âşiyan’daki Halûk’tan mı kaynaklanıyor acaba? Diye düşünüyorum.
Fikret, Haluk’u, misyoner bir kadının yönettiği cemaat/tarikat okuluna veriyor. Hıristiyan ilahileri ve İncil’le başlayan bir okul. İlk öğretimi çocuk Halûk burada tamamladıktan sonra Robert Kolej’in orta kısmına gidiyor. Orada da öğretim sistemi aynı şekilde yürüyor. Robert Kolej’in orta kısmını bitince de bu sefer İngiltere’ye gönderiliyor. Halûk daha sonra bu durumu “bir misyonerlik olayı” olarak niteliyor. Neden? Halûk’u İskoçya’ya gönderen Robert Kolej’in misyoner yöneticileri. İskoçya’da çocuk/genç Halûk öyle bir evde misafir ediliyor ki, o da bir papazın evi... Halûk İngiltere’de iki yıl okuyor. Teknik bir öğrenim gördüğü anlaşılıyor. Bu orta derecede bir öğretim olmalı. İngiltere’den1911’de döndüğünde Halûk “inanmış bir hıristiyan” olarak niteleniyor. Bunu babasına da söylemiş. Fikret buna çok fazla tepki göstermemiş. “Madem bir din seçecektin neden tek tanrılı bir dinden üç tanrılı dine geçtin?” diyesiymiş!
Pozitivizmin amentüsü!
Tam Halûk’un Türkiye’ye döndüğü yıl, yani 1911’de “Halûk’un Âmentüsü” şiiri yazılmıştır. Öyle sanıyorum ki Tevfik Fikret oğlunun Hıristiyan olarak dönmesinden sonra, onunla ilgili son bir hamle yapıyor. Ve kendi “amentü”sünü, akıl-pozitivizm dini ilkelerini oğluna sunuyor. Zamanımız din devri değildir zaten; devir ilim devri, akıl devri, fen devri. Senin bu devirde dine yönelmen anlaşılır şey değil. Fen zaten toprağı altına çevirecek, dünya cennet olacak. “Ey Halûk sen böyle bir inanca, düşünceye sahip olmalısın” diye bu şiir yazılmış olmalı.
Halûk’un Âmentüsü öyle bir zamanda yazılmıştır ki, Halûk’taki değişimi gördükten sonra, Tevfik Fikret kendi zihniyetine uygun bir “âmentü” telkin etmektedir. Allah’ı, yaratıcıyı reddetmeyen ama, vahyi, peygamberleri kabul etmeyen, onun dışındaki her şeyi ilimle, fenle açıklayan bir “âmentü”. (Bu konuları İslâm Şairi İstiklâl Şairi Mehmed Âkif kitabında enine boyuna ele almıştık).
Halûk bu amentüyü benimsedi mi? Benimsemedi! Sonunda din değiştirmekle kalmadı, papaz da oldu! Türkiye Halûk’la ilgili bilgiler bir hayli geç ulaştı. Çünkü Cumhuriyet maarifi Halûk’un amentüsüne göre şekillendirilmişti.
Beşir Ayvazoğlu’nun eli kime değerse, âdeta yeniden hayat buluyor. Biyografi edebiyatımızın en güzel eserleri onun kaleminden çıkıyor. Dua edelim, sağlıklı olsun, ömrü uzun olsun da başka önemli şahsiyetlerimize de eli değsin.