Bu günlerde yolda ilerlerken mutlaka birçok okulun bursluluk sınavı reklamlarını billboardlarda görüyorsunuzdur. Özel okullar çıldırmış gibi bursluluk sınavı yapıyor. Vaatleri var bolca. Evet, çok iyi eğitim verip çok iyi şartlara sahip kurumlarımız vardır muhakkak. Yine de sektörün gidişatının hiçte iyi olmadığını yazıyoruz, söylüyoruz. Bunu kurum sahiplerinin de gördüğüne inanıyorum ki öğrenci bulup devranı döndürmek adına bir bursluluk almış başını gidiyor.
Ne yazık ki sonuçta bu bir ticaret, vaat ettiğiniz şeyler var ve alıcıları... Peki, bu garip pazarın belki de en mağduru olarak gördüğüm “öğretmenler’’ ne yapıyor?
Hafta sonu olan bursluluk sınavlarında örneğin ‘mecburen gönüllü’ görev alıyor. Haftalık 40 saatlik ders programının üstüne mesai saatlerini aşan toplantılar, etütler, çift nöbetler ve sözde olup özde olmayan haklarıyla artık maalesef sadece hayatta kalmak için işlerini yapıyorlar. Sırf bu yüzden birçoğu tabiri caizse kapağı devlete atmak istiyor. Çünkü öğretmenlerden, öğretmenlik performansı adına beklentilerin üst düzeyde olmasına rağmen sigortalarının düşükten yatması, maaşlarının bir kısmını elden almaları, eğitim öğretim ödeneği, nöbet parası, ek ders ücreti verilmemesi bir yana en kötüsü de okul sahiplerinin bir öğretmenle sadece 1 yıllık sözleşme imzalamasıdır. Oysaki haziranda sözleşmeler hakkında bilgi sahibi olan öğretmen, özel okul başvuru müracaatlarının şubat ayında başladığını ve en geç nisanda işe alımlarının bittiğini bilir. Hal böyle olunca, sözleşmesi yenilenmeyen ve başka bir okula başvurmayan öğretmen en az bir yıl işsiz kalmak durumundadır. Bir de bayan öğretmen olup dönem ortasında doğum falan yapmışsanız tazminat ödenmeden de işten çıkarılabilirsiniz. Hâlbuki yasalarla koruma altına alınmış hakları varken...
Okulların hepsi Milli Eğitime bağlı lakin özel sektörde çalışan öğretmenler değil.
Özel okullarda görev yapan öğretmenlerimizin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Her yıl belirli süreli sözleşme yapmak zorunda kalan bu öğretmenlerimizin haklarının ne kadar gasp edildiğini ve buna rağmen kimsenin doğru yollarla haklarını aramadığını da üzülerek görüyorum. Özel sektörün denetimsizliğinin getirdiği keyfi uygulamalar gerçekten çok can yakıcı sonuçlar doğurabiliyor. Müthiş ücret farkları ile başlayan bu keyfiyet Milli Eğitimde en düşük öğretmen maaşı 3000-3200 iken özel de 1500-2000-2500 TL karşılaştırmasıyla ortaya çıkıyor zaten. Okumuş, modern kölelik sistemi gibi...
En iyi okulu kurup en son teknoloji ile donatsan bile en başta yer alan öğretmen oluyor. Eğer öğretmenin mutlu değilse verimli çalışmıyor ve yatırımın çöpe gidiyor. Öğretmenler, bir eğitim kurumunun en büyük değeridir. Kendisi ne kadar mutluysa ve kendini güvende hissediyorsa o kadar verimli çalışır ve pozitif enerjiyi çocuklarımıza aktarır. Kurum sahipleri ve yöneticiler olarak öğretmenlerin çocukların gelecekleri üzerindeki etkileri ve bırakacakları izlerin farkında olmalısınız.
Senin olmayanı başkasının elinden izni olmadan almak, hırsızlıktır. Ya kul hakkını çalmak?
Geleceğimizi aydınlatan öğretmenlerimizin haklarının yenmemesi dileğiyle...