Türk futbolunun en büyük meselesi aslında marka olamamak, marka yaratamamak. Futboldaki yönetici atışmalarının, ucuz şövalyeliğin, kısır tartışmaların verdiği zararı ilk farkeden ve harekete geçen Digiturk olmuştu. Türk futbolunun ana mali aktörü olarak raconu kesmiş ve yöneticilerden de seslerini kesmesini istemişti. Ama yapamadı. Yerleşmiş alışkanlıkları, taraftar baskısı altında kalan güçsüz ve vizyonsuz yöneticileri, teknik direktörleri, hatta ‘önündeki maçlardan’ ötesini göremeyen futbolcuları susturamadı. Onlarca etkenden oluşan futbolu sadece hakem kararları üzerinden okumak ve suçu/sorumluluğu başkasına atma kolaycılığından kopulamadı. Oysa TFF yönetimleri, kulüp yöneticileri ‘markalarına’ sahip çıksalar bugün başka ligi izliyor ve dünyaya izletiyor olabilirdik.
Dünyanın 1 numaralı ligi kabul edilen Premier Lig’de marka değerini korumaya yönelik ilginç bir örnek yaşandı. Arsenal’in hakemin verdiği hatalı bir penaltı kararı sonrası yenilmesine Arsene Wenger maç sonrası bir cümle ile sitem etti. Ertesi hafta net ofsaytı göremeyen hakemlerin bir de tartışmalı bir penaltı vermesiyle alınan yenilgide sesini yükseltti, “Hakemler daha dikkatli olsunlar” dedi. Bu söze Premier Lig yönetiminden hemen ihtar geldi. Bir sonraki hafta da Arsenal tartışmalı bir penaltı ile yenilince Wenger cümle sayısını arttırdı: “Bu kadarı da fazla artık. Üç haftadır hakemlerin hatalarının kurbanı oluyoruz. Kendilerine çekidüzen versinler.” Bu çıkışı fazla sert bulan Premier Lig yönetimi Wenger’e bu kez 3 maç ceza verdi, tribüne gönderdi.
Bu anektodu anlatan spor yorumcusu ve eski hakem Murat Fevzi Tanırlı devamını da şöyle aktardı:
“Bir sonraki hafta Liverpool, 2-0 önde götürdüğü maçta tartışmaya açık 2 hakem kararı ile 2-2 tamamladı. Maç sonrası 30 dakikayı bulan uzun basın toplantısının sonlarına doğru, hakem sorularının hep sorulmadığı İngiltere’de Jurgen Klopp’a ilk kez hakem kararları ile ilgili soru geldi. Alman çalıştırıcı elini ağzına götürüp fermuar işareti yaparak konuşmayacağını ima etti. Gazeteci ısrar edip soruyu tekrarlayınca fermuar işaretini yenileyen Klopp diğer eliyle Premier Lig logosunu işaret etti ve şu esprili yanıtı verdi: 25 yıldır bu ligde olan Wenger’i 3 cümle kurdu diye tribüne yolladılar. Ben bu ligde daha yeniyim, kimbilir bana ne yaparlar!”
Demem o ki, marka değeri oluşturmak için adil, kararlı ve istikrarlı bir yönetim gerekir.
Marka değeri; kulüpleri, futbolcuları, hakemleri koruyarak sağlanır. İşte o zaman Süper Lig adı gibi olur. İşte o zaman Ajax’ın 19 yaşındaki Matthijs de Ligt’ı 85.5 milyon euroya Juventus’a satması gibi biz de Türk gençlerini bu fiyatlara satabiliriz.
Son bir cümle de transfere. Galatasaray ve Fenerbahçe çok uzun bir süreden sonra böylesine bir transfer kapışması yaşıyor ve yaşatıyor. Fenerbahçe sıfırdan kadro kuruyor. İşi kolay değil. Galatasaray hazır olanı takviye ediyor. Kulübeye de ilk 11’e de önemli isimler aldılar. Seri’nin ardından Emre Mor da geliyor. Falcao da yolda ki Falcao çok önemli bir hamle. Geçen sene santrforsuzluğun ne olduğunu, Şampiyonlar Ligi’nde yaşadılar, bu kez geç kalmıyorlar.
Beşiktaş, ekonomik kriz nedeniyle çok dikkatli adımlar atıyor. Yönetiminin transfer tecrübesi avantajı, sezon başına 2-3 kritik transfer yapılacaktır. Ve Trabzonspor. Bence transferin en ekonomik ve bilinçli takımı. Transfer sezonu başlar başlamaz bir hamlede 10 imza attırdılar. Ev ödevlerini iyi çalışmışlar. Kadroyu ciddi şekilde takviye ettiler. Bordo-Mavililer için tek soru işareti Yusuf Yazıcı’daki belirsizlik. Eğer satılırsa Abdülkadir belki onu aratmaz ama Yusuf’un liderlik vasıfları nasıl kapatılır, işte orası muamma olur. Bana kalırsa Trabzonspor yönetimi, yıllar sonra yakaladığı, ışıltısı olan bu kadroyu şampiyonluk yaşamadan bozmamalı.