Elim sanata düşer usta,
Dilim küfre, yüreğim acıya…
Ölüm hep bana,
Bana mı düşer usta?
Sevda ne yana düşer usta?
Hicran ne yana…
Yalnızlık hep bana,
Bana mı düşer usta?
Gurbet ne yana düşer usta?
Sıla ne yana…
Hasret hep bana,
Bana mı düşer usta?
Geçtiğimiz ay kaybettiğimiz büyük şair Refik Durbaş, ‘Çırak Aranıyor’ şiirinde böyle sesleniyordu, sanki bu sezonun Fenerbahçe’sini anlatmak ister gibi.
Başkanı çırak, menajeri çırak, teknik direktörü çırak...
Hal böyle olunca Fenerbahçe de çırak çıkıyor.
Boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyor, iş iyice çığırından çıkıyor. Dün de farklı bir Fenerbahçe yoktu sahada. Mehmet Ekici’nin ilk 11’de başlamasının iştahı, Eljif’in dinamizmi ile birleşince ‘bu kez farklı olacak galiba’ dedirten bir çeyrek izledik. Organize ataklar... Gol pozisyonları...
Sonra... Sonra eski tas eski hamama döndü Fenerbahçe. Yani bal yapmayan arıya.
Sahayı geniş alanda kullanıyor, ataklar yapıyor, topu kontrol ediyor ama asıl yapması gerekeni yapamıyor. Gol atamıyor. Slimani yine yokları oynuyor. Zaten ikinci biri de yok gol atacak. Hal böyle olunca sahada top çeviren bir takıma dönüşüyor Sarı- Lacivertliler.
Akhisar ise kadrosu sınırlı bir takım. Fenerbahçe üzerinde baskı kuramadı ama akıllı oynadı. Fenerbahçe savunmasının uyuduğu bir anda Bokila bir kedi çevikliği ile üçlünün ortasındaki topu filelere yolladı. Manu’nun vuruşu galibi belirlese de skoru ilan etmek Regattin’e düştü.
Sonuç olarak değişen bir şey yok.
Fenerbahçe S.O.S. vermeye devam ediyor. Şaka değil, küme düşmemeye oynuyor. Devre arasında değişim olmazsa yana kavrula gider Spor Toto 1. Lig’e.
Sonra da şairin mısrasını tekrarlar durur:
Ölüm hep bana,
Bana mı düşer usta?