Yüz yıl önce neler oldu?

Beşir Ayvazoğlu

Sizin tercüman-ı celadetiniz olup a’daya tevcih-i hitap ederek kanlı dillerini âfaka gürleye gürleye gösteren toplarınızın ‘Döneceksiniz!’ diyen kasemleri dün şu sevahilimize çökmüş siyah bulutları aks etmiş muğber gölgeleri dağıttı. O şarapneller ebhara saçılmış birer iklil-i zafer oldu. İşte bugün o sular bir vatanperver kalbi kadar pâk ve münezzehtir. Evlatları üzerine eğilmiş müşfik valideler gibi memleketimizin toprağını kucaklayarak harp eden sizleri beden-i millet olan vatanın düşmandan tathiri ile imanın pek yüksek mertebesini kazanmış olduğunuzu ispat ettiniz. Mesut ve mübarek uyuyunuz.”

Bu cümleler, peygamberimizin torunlarından büyük bestekâr, udî ve çelist Şerif Muhyiddin Targan’ın 7 Şubat 1331 (20 Şubat 1916) tarihinde Tanin gazetesinde yayımlanan “Çanakkale Guzat ve Şühedasına” başlıklı yazısındandır. “Arıburnu’nda Kanlıtepe saha-i harbini ziyaret ettiğim esnadaki duygularım” alt başlığını taşıyan bu yazıyı ve tam yüz yıl önce yaşananlara dair yüzlerce yazı, haber ve fotoğrafı görmek istiyorsanız, İBB Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi’ndeki sergiyi gezmelisiniz. Serginin başlığı şöyle:

“Havadis 1916-Yüz Yıl Önce”.

***

İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı’na bağlı Atatürk Kitaplığı’nın seçkin uzmanları, 2012 yılından beri, 2013 hariç, her yıl süreli yayınları tarayarak “Havâdis” başlığı altında, yüz yıl önce yaşananları çarpıcı bir şekilde yansıtan sergiler düzenliyor ve bu sergileri harika kataloglarla taçlandırıyorlar. Özenle taranan gazete ve dergiler şunlar: Tasvîr-i Efkâr, Tanin, İkdam, Sebilürreşad, Sabah, Tercüman-ı Hakikat, Hande, Servet-i Fünun, Donanma Mecmuası, Harp Mecmuası Illlüstrated Zeitung...

1916, Birinci Dünya Harbi’nin bütün cephelerde şiddetle devam ettiği çok zor bir yıldır. Sergiyi gezerken, bu büyük savaşta aynı anda on cephede savaştığımızı düşünerek ürperdim. Odadan odaya geçerken bir ara kendimi savaşın tam ortasında hissettiğimi söyleyebilirim. Tarihimizin bu en kritik döneminde neler yaşandığı, sanat galerisine dönüştürülmüş bir mekân olan Maksem’de her cephe için ayrılan odada sergilenen dokümanlar sayesinde daha iyi anlaşılıyor: Çanakkale, Kafkas, Trablusgarp, Irak-İran, Hicaz-Yemen, Filistin-Sina-Kanal, Galiçya, Makedonya, Romanya cepheleri...

***

Maksem’de, Genel Giriş Odası’yla başlayan “Havâdis” sergisi için on altı oda tahsis edilmiş. Bu odaların onunda tek tek cepheler, üçünde 100. yıldönümü münasebetiyle Kûtü’l-Amâre zaferi yansıtılıyor. İki odada savaş sırasındaki sosyal meselelere dair haber, yazı ve fotoğraflara yer verilmiş. On altıncı odada ise, 1916 yılı şehitleriyle 15 Temmuz 2016 şehitleri bir arada...

Ağırlıklı olarak Atatürk Kitaplığı Arşivi kullanılarak hazırlanan bu etkileyici sergiyi aziz okuyucularıma hararetle tavsiye ediyorum.

***

Yeri gelmişken, Atatürk Kitaplığı’nın son yıllarda büyük hamleler gerçekleştirdiğini ifade etmek isterim. Okuyucularına yirmi dört saat hizmet veren bu kütüphane, sahaf ve koleksiyoncuların yanı sıra müzayedelerden ve ailelerden nadir eser ve şahsî arşivleri satın alarak arşiv ve koleksiyonları sürekli zenginleştiriyor. Kütüphane ve Müzeler Müdürü Ramazan Minder’in verdiği bilgiye göre, 2016 yılında 150 bine yakın nadir eser (yazma, Arap harfli matbu eser, harita, kartpostal, afiş ve yabancı dilde kitap vb.) satın alındı. Lübnanlı bir koleksiyoncudan satın alınarak Atatürk Kitaplığı’na kazandırılan altmış üç bin kartpostal bunlar arasında ayrı bir önem taşıyor. Osmanlı coğrafyasının Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgelerini yansıtan bu kartpostallardan yapılacak özenli bir seçmenin albüm olarak yayımlanmasını umuyoruz.

Atatürk Kitaplığı’nın hamleleri anlatmakla bitecek gibi değil. En iyisi siz 31 Ocak 2017 tarihine kadar açık kalacak olan “Havâdis” sergisini geziniz; çıkarken bu serginin -geliri Mehmetçik Vakfı’na bağışlanacak olan- kataloğunu satın alınız ve Ramazan Minder’in “Kültürel Mirasımızın Hafızası Olarak Atatürk Kitaplığı” başlıklı yazını okuyunuz.

Derkenar

Özpekel’in “Sünûhat”ı

Mevlevilerin “Mukabele” ismini verdikleri sema törenleri sırasında çalınıp okunan musiki eserlerine Âyin-i Şerif denir. Güfteleri Mevlânâ’nın şiirlerinden seçilen ve dört Selâm’dan oluşan âyinler, eski musikimizin geniş soluklu ve en muhteşem eserleridir.

17. yüzyıla kadar mukabelelerde icra edilen ve “Beste-i Kadîm” olarak bilinen Hüseynî, Dügâh ve Pençgâh makamlarındaki üç âyinin kimler tarafından ve ne zaman bestelendiği bilinmiyor. Bestekârı bilinen ilk âyin, Köçek Mustafa Dede’nin Bayâtî Âyin’idir. Onu Itrî’nin Segâh Âyin’i takip eder.

Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi’ndeki “Âyin-i Şerif” maddesinde, yüz otuz iki Âyin-i Şerif tespit ettiğini söylüyor. On altısı unutulan bu âyinlerin yarısına yakını yirminci yüzyılda bestelenmiş. Sadece Hüseyin Sadettin Arel’in çeşitli makamlarda elli bir âyini var. Halil Can Şevkefza, Necdet Tanlak Neveser, Zeki Atkoşar Acemkürdi, İsmet Doğru Hicaz ve Sûznâk, Doğan Ergin Ferahnak Aşiran, Cinuçen Tanrıkorur da Bayati Araban ve Zavil Aşiran makamlarında âyinler bestelemişler.

Ayin-i Şerif bestekârları kervanına son katılan bestekâr, Osman Nuri Özpekel’dir. “Sünûhat” ismini taşıyan ve iki CD’den oluşan yeni albümünün birinci CD’sinde Revnaknüma makamındaki Âyin-i Şerif’i, ikincisinde ise ilahileri yer alıyor. Bugüne kadar çok sayıda şarkı ve ilahi, hatta kendisinin tertip ettiği Nur-Efza makamında bir de klasik takım besteleyen Özpekel’in Âyin-i Şerif’ini birkaç defa büyük bir heyecanla dinledim. Aziz dostumun “Sünûhat”ını, yani içe doğuşlarını “müktesabat”ıyla birleştirerek bestelediği bu eserin Yenikapı veya Galata Mevlevihanesi’nde gerçekleştirilecek bir Mukabele’de okunmasını dört gözle bekliyorum.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.