Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı 1000 Temel Eser dizisinden kitaplar, 1969 yılının sonlarına doğru, Sivas’ta, Bakanlığın Cumhuriyet Caddesi’ndeki satış yerinde bir bir arzıendam etmeye başlamıştı. Dede Korkud Kitabı, Kendi Gök Kubbemiz, Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Beş Şehir, Bize Göre-Gurabahane-i Lalakan-Frankfurt Seyahatnamesi gibi, birinci hamur kâğıda basılıp beş lira fiyatla satışa sunulan harika kitaplar... Vitrine bakarak biraz oyalandıktan sonra içeri girip hepsini tek tek gözden geçirir, hepsine birden sahip olmak isterdim.
Bütün bu kitapları biriktirdiğim harçlıklarımla ve zaman zaman annemden diller dökerek kopardığım paralarla edinmeye ve deliler gibi okumaya başladım. Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar’la bu kitaplar sayesinde tanışmış, onlar gibi yazma hevesine kapılmıştım. Artık yiyecek miyecek almıyor, sinemaya bile gitmiyordum.
1000 Temel Eser’in dokuzuncu kitabı, Ramazan akşamları radyoda yayımlanan Karagöz oyunlarından sesine de aşina olduğum Muhittin Sevilen’in -nâm-ı diğer Hayalî Küçük Ali- Karagöz’üydü. Kapağında çeşitli Karagöz oyunlarından sahnelerin yer aldığı, kütüphanemde hâlâ muhafaza ettiğim bu kitabı da defalarca okumuş ve -belki inanmayacaksınız- hemen her oyunda henüz görmediğim İstanbul’u hissetmiştim. Arkadaşlarımdan biriyle bir Karagöz-Hacivat muhaveresini kendimize göre seslendirip kayda bile almıştık.
***
Evet, Karagöz İstanbul’dur; Şeyh Küşteri meydanı İstanbul’u temsil eder. Asıl formunu ve kıvamını İstanbul’da bulan ve Saray’a bile nüfuz eden Karagöz’ü -Hacivat istediği kadar “Yâr bana bir eğlence meded!” yırtınsın- sadece çocukları eğlendiren bir oyun olarak düşünmek doğru değildir. Karagöz, tasavvufi arka planı bir yana, halkın irfanını ve zekâsını yansıtan, endişelerini, otoriteye yönelik eleştirilerini dile getirdiği bir çeşit “medya”dır. Fransız şair Gérard de Nerval, Doğu’ya Yolculuk isimli seyahatnamesinde, Beyazıt civarında bir kahvede seyrettiği bir Karagöz oyunundan harika bir espri nakleder. O sıralarda İstanbul’da geceleri sokağa fenersiz çıkmak yasaklanmıştır. Perdede elinde mumsuz bir fenerle beliren Karagöz kolcular derdest edilirse de hemen bırakılır. Çünkü fermanda sokağa fenersiz çıkma yasaklanmış, içine mum konulması gerektiğinden söz edilmemiştir. Biraz sonra Karagöz yine görünür; fenerin içine mum koymuş, fakat yakmamıştır; kolcuların elinden bu sefer de fermanda fenerin içine konulan mumun yakılmış olması mecburiyetinden söz edilmediğini söyleyerek kurtulur.
O küçücük Karagöz perdesine, İstanbul’un renkli beşerî dokusu, zihniyet dünyası, âdetleri, hurafeleri, günlük hayatı bütün zenginliğiyle aksederdi. Hiç şüphesiz, Karagözcüler tarafından kaleme alınmış metinler vardı, fakat hiçbir Karagözcü bu metinleri aynen seslendirmez, her seferinde yeni esprilerle ve İstanbul’un aktüalitesine yansıtan göndermelerle adeta yeniden yazar ve yorumlarlardı. Karagöz ve Ortaoyunu’nun karakteristik hususiyetlerinden biri budur. Aynı oyunun her gece aynı şekilde oynanması eskilerin kabul edebilecekleri bir şey değildi.
Ve bir Karagöz musikisi vardır ki, İstanbul musikisidir. Perdede eski İstanbul tipleri bir bir arzıendan ederken her biri için ayrı ayrı söylenen şarkılara bayılırdım. Türk musikisi zevkimin gelişmesinde, çocukken Ramazan akşamlarında radyodan Hayalî Küçük Ali dinlemişliğimin payı büyüktür. Karagöz demek, biraz da Ramazan demekti.
***
Hayalî Küçük Ali, son büyük Karagözcülerden biridir. 1974 yılında vefat eden bu büyük sanatkâr, 1957-1958 yıllarında kesmiş olduğu Karagöz figürlerini -ki her biri başlı başına bir sanat eseridir- İstanbul Belediyesi’ne bağışlamış, bilmiyordum. Kâr-ı Kadim olarak bilinen on beş oyunun bütün figürlerini ihtiva eden ve 178 parçadan oluşan bu muhteşem koleksiyon, Ramazan vesilesiyle şu sıralarda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Âmire Binası Tek Kubbe Salonu’nda sergileniyor.
İBB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü tarafından düzenlenen ve ağırlıklı olarak Hayalî Küçük Ali’nin bağışlarından oluşan “Hayal ya da Gerçek: Şeyh Küşterî’den Hayalî Küçük Ali’ye Karagöz” sergisinde 1700’lere tarihlenen Karagöz figürleri bile var. Dört yüz civarında Karagöz figürünü yine Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü arşiv ve koleksiyonundan seçilen, oyunların muhtevasına uygun günlük hayat objeleriyle birlikte görebiliyorsunuz. Ayrıca aynı sergide Hayalî Memduh’un Karagöz çizimlerinin yer aldığı defterlerin sayfalarını dijital ortamda tek tek çevirmek ve 1970’lerde kaydedilmiş Hayalî Küçük Ali oyunlarının kayıtları özel bölmelerde seyretmek de mümkün.
***
Küratörlüğünü Erkan Doğanay’ın yaptığı, harika bir katalogla taçlandırılan bu sergiyi hafta başında gezdim ve maalesef farkına varılmadığını görerek çok üzüldüm. Lütfen vakit ayırıp çocuklarınızla birlikte Tophane-i Âmire’ye gidiniz ve bir daha bir arada görülmesi mümkün olmayan bu eşsiz Karagöz koleksiyonunu görünüz. Kültür mirasımıza bu derece bigânelik beni üzüyor ve ürkütüyor.
İBB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü tarafından Ramazan vesilesiyle düzenlenen “Haremeyen: Hac-Mukaddese Yolculuk” isimli muhteşem sergi de Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi’nde devam ediyor. İki sergi de Ramazan sonuna kadar açık. Kaçırmayınız, derim.
Atatürk Kitaplığı’nın son zamanlardaki atılımlarını dikkatle ve takdirle takip ediyor, başta Kütüphane ve Müzeler Müdürü Ramazan Minder olmak üzere, bütün çalışanlarını tebrik ediyorum.
NOT: Prof. Dr. Semavi Eyice’yi kaybettik. Kendisine Allah’tan rahmet, milletimize başsağlığı diliyorum. Bu büyük sanat tarihçisi ve kültür adamıyla ilgili düşüncelerimi gelecek hafta yazacağım.