Malik Aksel’in gazete ve dergi sayfalarında kalmış yazılarını bir araya getirdiğim, Kapı Yayınları tarafından külliyatın altıncı kitabı olarak yayımlanan Masal ve Resim’i önceki gün yeniden gözden geçirirken bu kitabın gün ışığına çıkmakta biraz gecikmesinin hayra vesile olduğunu fark ettim. Kültür ve sanat dünyasının dikkatini, vefatının 30. yılında bu değerli ressam ve kültür adamına yeniden çekmiş olduk.
Malik Aksel, 15 Şubat 1987 tarihinde aramızdan ayrılmıştı. O tarihte Tercüman gazetesinin Kültür-Sanat sayfasını yönetiyordum. 16 Şubat sabahı gazeteye gittiğimde, bizimki de dâhil, birçok gazetede “Malik Akçelik öldü” başlıklı bir haber gördüm. Şaşırmıştım, kimdi bu Malik Akçelik? Haberi okuyunca, tanıdığım, resimlerini çok sevdiğim ve imzalı kitaplarına sahip olduğum Malik Aksel’den söz edildiğini anlayınca çok sarsıldığımı hatırlıyorum. Gece sekreterleri Anadolu Ajansı’ndan gelen haberi tahkik etmeden kullanmışlardı. Kültür ve sanat adamlarımızı ne kadar tanıdığımızı, onlara ne kadar değer verdiğimizi göstermesi bakımından ibret verici bir hadisedir bu.
***
Benim sanat meselelerine ilgi duymamda, Malik Aksel’in 1971 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan Sanat ve Folklor isimli kitabının önemli bir rolü vardır. Büyük bir zevkle okuduğum bu kitap, bana yeni ilgi alanları açmıştı. Kültür Bakanlığı’nca yayımlanan o nefis İstanbul’un Ortası da öyle... Anadolu Halk Resimleri’ni iki yıl sonra Sahaflar Çarşısı’ndan satın almış, Elif Kitabevi’nin yayımladığı Türklerde Dinî Resimler’i de galiba aynı tarihlerde temin etmiştim. Anadolu Halk Resimleri’ni okumak için çantamda gezdirdiğim günlerde uğradığım Türk Edebiyatı Cemiyeti’nde kendisine rastladım ve imzalattım. Merhum, bu cemiyet tarafından çıkarılan Türk Edebiyatı dergisinde yazardı. Zaten onun ismine galiba ilk defa Türk Edebiyatı ve Hisar dergilerinde rastlamıştım. Resim Sergisinde Otuz Gün’e gelince... Bu lezzetli kitabı 1976 yılında rahmetli Yücel Çakmaklı ve Ahmet Bayazıt’la birlikte, Nişantaşı’ndaki evine, TRT için bir Ramazan sohbeti çekmek amacıyla gittiğimizde imzalayıp hediye etmişti.
***
Balkan Harbi felaketinin, ardından Birinci Dünya Harbi’nin bütün acılarını ve göç psikolojisini yaşamış bir nesle mensup olan Malik Aksel, ailesi İstanbullu olmakla beraber, babasının görevi dolayısıyla bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Katerin’de doğmuş, ilk çocukluğunu Osmanlı’nın son demlerinde Katerin, Serez ve Selanik’te yaşamıştır. Darülmuallimin’de, yani Erkek Öğretmen Okulu’nda Birinci Dünya Harbi yıllarında okur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Avrupa’ya gönderilen öğretmenlerdendir. Almanya’da resim pedagojisi ve resim eğitimi gördükten sonra döner, Ankara’da yeni kurulan Gazi Eğitim Enstitüsü’nde görev yapar. Bu enstitünün Resim-İş Bölümü’nü kuran odur.
Darülmuallimin’de ressam Şevket Dağ’ın talebesi olan Malik Aksel çok iyi bir ressam, özellikle suluboyada büyük bir ustaydı. Engin bir araştırma merakına, mizaha yatkın zekâya ve güçlü bir kaleme sahip olduğunu da belirtmek isterim. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, özellikle Ankara’da yeni yeni şekillenen sanat hayatı hakkında onun yazdıkları eşsiz birer belge niteliğindedir. Özellikle muhavere tarzında yazdığı Resim Sergisinde Otuz Gün isimli kitabı ve Sanat ve Folklor’daki yazıları çok önemlidir. Ancak o, hiç şüphesiz önce ressamdı. Yazarlığı, ressamlığını tahkim etmek için yaptığı çalışmaların bir sonucudur. Ne var ki akademili olmaması, hiçbir akıma ve gruba bağlanmaması ve hemen bütün resimlerinde yerli hayatı işlemesi, sanat tarihini belli bir bakış açısıyla yazan ve belli anlayışlara odaklanan sanat tarihçileri ve eleştirmenler tarafından göz ardı edilmesine yol açmıştı.
***
Malik Aksel’i en iyi anlayan rahmetli Sezer Tansuğ’du. “Malik Aksel’in Ardından” başlıklı yazısında, onun sözü sohbeti hoş bir bilge, katıksız bir samimiyet üzerine kurduğu dünyasında özentiden eser olmayan, mütevazı, mahviyetkâr bir gönül adamı olduğunu ifade eden değerli sanat eleştirmeni şöyle diyordu:
“Malik Aksel’in gözlemci duyarlılığını yansıtmakta büyük önem taşıyan suluboya çalışmalarıyla yakın ilişkisi bulunan kitabı İstanbul’un Ortası adını taşıyan yapıtıdır. Araştırmacı, ressam ve eğitimci olarak çok yönlü kişiliğiyle Cumhuriyet dönemi resim sanatında bıraktığı izler hiçbir zaman yadsınamayacak olan Malik Aksel’in özellikle halk resmi alanında yaptığı çalışmalar yeni birçok araştırmacıya ipuçları sağlamış, fakat henüz bu ustanın ortaya koyduğu değerleri aşabilecek nitelikte incelemeler yapılabilmiş değildir. Malik Aksel’in bir ressam olarak özgün yanını oluşturan değerlerin özellikle suluboya çalışmalarında görüldüğü kesindir. Bu alandaki eşsiz başarısının sırrı, gözlemlerini süratle biçimlendirme ihtiyacında saklıdır. Suluboya resimlerle bir anlık geçici gözlemler arasında sıkı bir ilinti vardır. Üstün bir mizah zekâsı ile yapılan bu gözlemler, yaşadığı ortamları severek anılaştıran duyarlı, sevecen bir mizacın ürünüdürler.”
***
Yeri gelmişken, Malik Aksel’in Bursa’da yaşayan oğlu Murat Aksel’in babasının çok sayıda yağlıboya, suluboya ve karakalem eserini, ayrıca halk resimleri koleksiyonunu Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne bağışladığını hatırlatmak isterim. Resimler Merinos Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki Malik Aksel Sergi Salonu’nda sanatseverlerin ziyaretine açık. Halk resimleri koleksiyonu ise Kent Müzesi’nde...
24 Şubat günü saat 19.00’da, Malik Aksel Sergi Salonu’nda vefatının 30. yılı ve külliyatının tamamlanmış olması vesilesiyle anılacak olan büyük sanatkârı rahmetle anıyorum.