Otuz yıl önce (24 Şubat 1986) aramızdan ayrılan A. Süheyl Ünver son yirmi yılda gündemimizden hiç düşmedi. Yakından tanımak ve tam kırk yıl önce kendisiyle bir televizyon programı yapmak bahtiyarlığına eriştiğim merhum, kelimenin asıl mânâsında bir hezarfendi.
Süheyl Ünver’in bütün yönleriyle tanınmasında, Ahmet Güner Sayar’ın A. Süheyl Ünver: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri (1994) adlı muhalled eserinin büyük payı vardır. İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı da 1995 yılında onun İstanbul’la ilgili bütün kitap ve risalelerini bir araya getirerek beş cilt hâlinde kültür çevrelerinin ve İstanbul severlerin dikkatine sunmuştu. Geçen yıl yeni baskıları yapılan İstanbul Risaleleri, Süheyl Ünver’in çalışma azminin ve yaptığı hizmetin büyüklüğünü göstermesi bakımından ayrı bir önem taşıyor. Ancak onun nasıl bitmeyen bir azim ve heyecanla çalıştığını anlamak için Gülbün Mesara, Aykut Kazancıgil ve Ahmet Güner Sayar tarafından hazırlanan A. Süheyl Ünver Bibliyografyası’na göz atılmalıdır. İşaret Yayınları tarafından 1998 yılında yayımlanan bu bibliyografyada1886 kitap, risale ve makale ismi bulunduğunu söylersem, merhumun mirasının ihtişamı hakkında sarih bir fikir vermiş olurum.
Merhum çok çalışarak kalıcı eserler ortaya koymayı, ebedî bahtiyarlığa ulaşmanın tek yolu olarak görürdü.
***
“Herkesin bir mesleği, bir de meşgalesi olmalı. O meşgale bütün kültürümüzdür” diyen ve hayatının hemen her anını kültürümüzün kayıp hazinelerini keşfetmek için çalışarak değerlendiren, duyduğu ve kütüphanelerin tozlu raflarında unutulmuş yazmalarda bulduğu her bilgiyi kaydedip tasnif ederek dosyalar haline getiren Süheyl Ünver, Türk kültürüne sadece bilge bir sanatkâr ve hoca olarak değil, bir araştırmacı ve arşivci olarak da inanılmaz ölçüde büyük hizmetlerde bulunmuştur. En önemli çabalarından biri de, etrafındaki gençleri “şifahî”likten kurtararak not tutmaya ve yazmaya teşvik etmesiydi. Şifahîliği kültürümüzün en büyük kusuru olarak görürdü.
Merhumun ilgi alanı o kadar genişti ki, onu ne kadar anlatırsanız anlatın, bir tarafı mutlaka eksik kalır. Tıp doktoru (cildiye ve dâhiliye mütehassısı), tıp tarihçisi, sanat tarihçisi, şair, yazar, etnograf, ressam, nakkaş ve müzehhip olarak sürekli çalışmıştı. Daha da önemlisi, klasik sanatlarımızın büsbütün unutulmasını önlemek için Güzel Sanatlar Akademisi, Topkapı Sarayı Nakışhanesi, Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı ve Cerrahpaşa Tıp Tarihi Enstitüsü’nde yüzlerce talebe yetiştirerek Osmanlı ve Cumhuriyet devirleri arasında köprüler kurmak, en azından süsleme sanatlarımızda devamlılığı sağlamak gibi önemli bir misyonun sahibi oldu.
***
Süheyl Ünver’in bir özelliği de küçük suluboya takımını yanından hiç eksik etmemesiydi. Gittiği her şehirde, her semtte, her sokakta gördüğü irili ufaklı tarihî eserlerin suluboya resimlerini yapardı. Bugün önemli bir kısmı Türk Tarih Kurumu’nda ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde muhafaza edilen ve elbette daha çok belge olarak büyük değer taşıyan bu suluboyaların küçük bir kısmı, yine Kültür İşleri Daire Başkanlığı tarafından 1996 yılında yayımlanan iki albümde bir araya getirilmişti: Sevdiğim İstanbul ve A. Süheyl Ünver’in İstanbul’u...
Fatih’in Defteri’nin tıpkıbasımı da, vefatının 10. yılı olduğu için ilan edilmemiş bir “Süheyl Ünver Yılı” olarak değerlendirilen 1996 yılında yaptırıldı. Süheyl Ünver’in fethin 500. yılı münasebetiyle hazırladığı, bütün hususiyetleriyle Fatih devri sanatını, zevkini ve estetiğini yansıtan defterin tıpkıbasımındaki başarı da ayrıca zikredilmeye değer. İsmail Kara ve Salih Pulcu tarafından titiz bir şekilde yayına hazırlanan eserin her sayfası, Süheyl Ünver’in Fatih’e ve onun şahsında Türk kültür ve medeniyetine duyduğu sevgi, saygı ve hasretin büyüklüğünü göstermektedir. Aynı ikili, merhumun İbrahimağa Mahallesi’ni çeşitli notlar, çizimler, suluboya resimler ve fotoğraflarla anlattığı Güzelimnâme (2006) adlı defterini de yayımladılar. Tezhip sanatı ve sanatçıları hakkındaki kitap ve yazıları ise İşaret Yayınları tarafından iki ciltte toplandı: Türk Süsleme Sanatçıları. Müzehhipler (2007), Türk Süsleme Sanatları (2010).
***
A. Süheyl Ünver, üstadı Üsküdarlı ressam Hoca Ali Rıza Bey’in yağlıboya, suluboya ve karakalemle yaptığı işi, yani İstanbul’un yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan tarihî yapılarını ve manzaralarını hiç değilse görüntü olarak kurtarma çabasını fotoğraf makinesiyle de devam ettiriyordu. Yukarıda sözünü ettiğim defterlerinde suluboya ve karakalemlerinin yanı sıra çektiği fotoğraflar da vardır. Nakkaş Tezyinî Sanatlar Merkezi’nin yayımladığı Süheyl Ünver’in Objektifinden I (2015) adlı albümde bir kısmı bir araya getirilen bu fotoğraflardaki birçok tarihî yapının yok olduğu düşünülürse, Süheyl Ünver’in ve onun yolundan gidenlerin yaptıkları hizmetin büyüklüğü ve değeri daha iyi anlaşılır.
Bu büyük kültür ve sanat adamını, vefatının 30. yılında saygıyla ve rahmetle anıyoruz.
Süheyl Ünver’in defterleri
Süheyl Ünver’in eserlerinin günışığına çıkmasında, büyük sanatkârın kızı Gülbün Mesara’nın -ki o da seçkin bir minyatür ressamı ve müzehhibedir- birinci derecedeki rolü unutulmamalıdır.
Hiçbir maddî karşılık beklemeden babasından kalan hazinenin kapılarını iyi niyetlerine güvendiği insanların önüne seren Gülbün Hanım’ın bu zenginlikleri toplumla paylaşmaktan büyük mutluluk duyduğunu biliyorum. Babasının bir kısmı kendisinde, bir kısmı da Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan defterlerini birbiri ardınca yayına hazırlıyor. Kubbealtı Neşriyat tarafından büyük bir özenle yayımlanan defterler şunlar: Konya Defterleri (2006), Bursa Defterleri (2011), Edirne Defterleri (2013), Orta Anadolu Defterleri (2014). Sivas ve Divriği defterleri, Mine Esiner Özen tarafından daha önce yayımlanmıştı.
Gülbün Mesara’nın arşivindeki yedi defterden hareketle hazırlanan Orta Anadolu Defterleri’nde, Süheyl Ünver’in 1957-1970 yılları arasında Ankara, Kayseri, Niğde ve Nevşehir’e yaptığı seyahatlerde tuttuğu çeşitli notlar ve çizdiği resimler yer alıyor. Tıp öğrenciliği sırasında Medresetü’l-Hattâtin’de tezhip ve ebru eğitimi, Üsküdarlı ressam Hoca Ali Rıza’dan da resim dersleri alan Ünver, hayatı boyunca belge niteliğinde binlerce resim yaptı, gördüğü, duyduğu ve okuduğu her şeyi kalemi ve fırçasıyla kaydederek yüzlerce defter meydana getirdi. Cami, türbe, tekke, hamam, köprü, köşk, konak gibi şimdi yerlerinde yeller esen çok sayıda tarihî eserin nasıl yapılar olduklarını onun eserleri sayesinde biliyoruz.