İcadiye’deki ofisimin karşısında küçük bir park var. Belediye, çocukların eğlenmeleri için kendi etrafında dönen bir âlet, bir masa ve kediler için evcikler koymuş. Kedici hanımlar bu parkta onlarca kediyi özenle besliyor, bazı hanımlar da çocukları eğlenirken masaya oturup sohbet ederek hoşça vakit geçiriyorlar. Geceleri daha çok gençler tarafından kullanılan bu masanın hemen yanında büyücek bir çöp kutusu var.
Dün bu yazıyı yazmak için masamın başına geçtiğimde öfkeli bir ses duydum. Bizim küçük parkı temizleyen temizlik işçisi bir komşumuzu durdurmuş, şikâyette bulunuyordu: “Adamlar yediklerinin artıklarını yanı başlarındaki çöp kutusuna değil, yerlere atıyorlar! Böyle de olmaz ki! Belediye bu çöp kutusunu buraya süs olsun diye mi koydu?”
***
Adamcağız haklıydı! Gençler geç vakitlere kadar bir şeyler yiyip içerek yüksek sesle konuşuyor, kahkahalar atıyor, müzik dinliyorlar. Gençtirler, grup psikolojisidir diyerek hoşgörüyle karşılıyoruz. Ama çitledikleri çekirdeklerin, yedikleri meyvelerin kabuklarını, kola kutularını, cips ambalajlarını vb. burunlarının dibindeki çöp sepetine değil de, yerlere atmaları nasıl izah edilebilir?
Sadece gençler mi? Yollara uluorta tükürüp sümkürenlerle, otobüslerde, minibüslerde, tramvay ve metroda doğru dürüst yıkanmadıkları için teke gibi kokanlarla, hareket halindeki lüks arabalarından otoyola sigara izmaritleri, kola kutuları, kullanılmış peçeteler atan paralı “maganda”larla o kadar sık karşılaşıyoruz ki… Çarşıya çıkın, işyerlerinin önlerinde sigara içip izmaritleri, kağıt parçalarını, çöpleri mazgallara atan adamlar göreceksiniz. Yağmur yağdığında çöp kutusu gibi kullandıkları mazgallar tıkandığı için dükkanlarını su basarsa ilk şikayetçi olacak olanlar da onlardır.
Eğitimsizlikten söz etsem doğru bir tespitte bulunmuş olur muyum, bilmiyorum. Bu hoyratlıkları yapanların en eğitimsizi ilkokul mezunudur. Ayrıca sokağa çöp atmamak için sıralı tahsilden geçmiş olmak da gerekmez. Biraz görgü, biraz akıl, biraz iz’an yeter de artar bile.
***
Şehirleri kurarken, onlara kendi ruhumuzu üfleriz. Hacı Bayram Veli bu gerçeği eşsiz bir belagatle hülasa etmiştir: “Nâgehan ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm - Ben dahi bile yapıldım taş ü toprak âresinde”.
Bu ne demektir? Nasıl inanıyor, dünyayı nasıl kavrıyor, hayata nasıl bakıyorsak, yaşayacağımız şehre de öyle şekil ve düzen verir, daha da önemlisi, şehrimizi kurarken kendimizi de yeniden inşa eder, bir yaşama iklimi yaratırız. Bu, bizden sonraki nesillerin de hayatını kuşatacak, onların hamurunu kendi teknesinde yoğurup şekillendirecek bir iklim, bir çerçevedir. Şehir ahlâktır, terbiyedir, estetiktir, düzendir; dolayısıyla şehirde yaşamanın şartları vardır. İnsan, bu şartları benimseyip kurallara uyduğu zaman “şehirli” olur.
Kısacası şehir, medeniyettir.
***
Evet, şehir medeniyettir. Gerçek bir şehir asırlar içinde oluşur, dolayısıyla tarihi ve kültürü vardır, bu tarihin somut göstergeleri olan abideleri vardır. Gerçek şehirli, yaşadığı şehrin tarihini bilen, abidelerini tanıyan, efsanelerine aşina olandır.
Bir şehri sevip korumak için onun bir parçası, daha açık bir ifadeyle, ruhen yerlisi olmak gerekir. İçinde yaşadıkları şehri tanımayanlar, kendilerini onun bir parçası gibi hissetmeyenler sevmezler o şehri. O yüzden gerektiği zaman koruyup sahip çıkmazlar. İnsan kesilen bir ağaçla kesilmiyor, yakılan bir konakla yanmıyor, birilerinin gökdelenler dikerek kapattıkları ufuklar ruhunu kararmıyorsa şehirli değildir.
***
“Kent” kelimesinde medeniyetin derinliğini hiç hissetmedim. Bu kelime telaffuz edilince gözümde canlanan Ataköy, Ataşehir, Batıkent vb. gibi beton yığınlarıdır. Şehirde yaşayan, ama şehirli olamayanlara “kentli” denilmesini teklif ediyorum. Şehir kelimesini atarsanız, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’ini, Yahya Kemal’in “Hayal Şehir”ini, Yunus Emre’nin “Kasdım budur şehre varam feryad ü figan koparam” mısraını ve daha neleri neleri çöpe atmış olursunuz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ismindeki “şehir” kelimesini yok sayarak, bir zamanlar İstanbullu, dolayısıyla şehirli olma şuurunu geliştirmek için “Kentim İstanbul” isimli bir projeyi hayata geçirmişti. Hayatımızda ne çok çelişki var! İstanbul öyle bir şehirdir ki, eskiler “Şehrî” kelimesini İstanbullu anlamında kullanırlardı.
“Kentim İstanbul” projesi çerçevesinde, çok iyi hatırlıyorum, aralarında Ümit Meriç hocamızın da bulunduğu bir ekip tarafından bir “Kentli Yaşam Kılavuzu” hazırlanmıştı. İsminden hiç hoşlanmadığım bu kılavuza göre, İstanbullu olmanın “34 Altın Anahtar”ı vardı. İlk beş anahtar: 1. İstanbul’u öğrenmeliyiz, 2. İstanbul’u gezmeliyiz, 3. İstanbul’un mazisine sahip çıkmalıyız, 4. İstanbul’un tabiat güzelliklerini korumalıyız, 5. İstanbul’un güzelliklerini fark etmeliyiz.
İstanbul’da yaşayanların büyük bir çoğunluğunun nasıl bir şehirde yaşadıklarının farkında olmadıkları tesbitinden doğan bu “anahtar”lar, sadece İstanbul için değil, bütün şehirler için geçerlidir. Çünkü hepsinde “yerli”ler azınlığa düşmüş durumdadır. Zaten “Selamı yaygınlaştırmalıyız”, “Her fırsatta teşekkür etmeliyiz”, “Özür dilemekten kaçınmamalıyız”, “komşumuzun huzurunu kaçırmamalıyız”, “kentin mobilyalarına sahip çıkmalıyız”, “kentin doğasına zarar vermemeliyiz” gibi diğer “altın anahtar”larda İstanbulluluktan öte, şehirli olmanın asgari şartları belirlenmişti.
Halkımıza böyle öğütlerde bulunma mecburiyetini hissetmiş olmak doğrusu çok üzücüdür.
***
Bu yazıyı niçin yazdığıma gelince… Sonunda şehirlilik şuuruna ve temel eğitim seviyesinde çocukların “öncelikle kendi yaşadıkları mekânlardan başlayarak bir mahalle, şehir, ülke ve dünya bilincine” sahip olmaları gerektiğine kanaat getiren Milli Eğitim Bakanlığı, ilköğretim kurumlarında “Kent Kültürü” dersinin konulmasına karar verdi. Yeni öğretim yılından itibaren haftalık ders çizelgelerinde, ortaokul 5, 6, 7 veya 8. sınıflarda bir defa okutulmak üzere haftada iki saat “Kent Kültürü” dersi konulmuş bulunuyor. Ancak anladığım kadarıyla bu ders Türkiye çapında okutulacak tek bir ders kitabına bağlanmayacak; seksen bir ilde, o ilin tarihine, kültürel değerlerine odaklanılacak. Bu amaçla düzenlenen çalıştayın yarın İstanbul’da başlayacağını ve üç gün süreceğini aziz okuyucularıma duyurmak isterim.
Hayırlı olur inşallah.