Çok güzel ve bazıları anıt niteliğinde ağaçlarla dolu bir arazi parçası düşününüz; tam ortasında önemli bir caddeyi paralelindeki sokağa bağlayan bir yol, ön tarafında da mini bir çocuk bahçesi var.
Büyük ve güçlü bir şirket, iki uzun sokağın sakinlerinin yollarını kısaltan ve otobüs duraklarına ulaşmalarını sağlayan yolun iki tarafındaki arsaları satın alıyor. Ancak buraya büyük bir iş merkezi yapılabilmesi için iki arsanın birleştirilmesi ve ortadan geçen yolun bir şekilde iptal edilmesi gerekiyor. Bu meseleyi, ilgili kurumlarla iyi ilişkiler kurup tereyağından kıl çeker gibi halleden Şirket için zor olan, erguvan, çam fıstığı, servi, çitlembik gibi ağaçlardan kurtulmak… Mahallelinin tepkisinden çekindikleri için sabırlı davranıyor ve o güzelim ağaçları yavaş yavaş -muhtemelen asit masit zerk ederek- kurutuyorlar. Neler olup bittiğini fark eden mahalle sakinleri çaresizlik içinde olacakları bekliyor.
***
Günün birinde belediye, her ne hikmetse söz konusu arazinin ön tarafındaki çocuk bahçesini yetişkinler için spor âletlerinin, çocuklar için de salıncakların, kaydırakların, tahterevallilerin bulunduğu, havuzlu mavuzlu göz alıcı bir parka dönüştürmeye karar veriyor. Ne güzel değil mi? Bu işi yaparken mahallelinin kullandığı yolu kapatıveriyorlar. Yolun kalıcı olarak kapatıldığı, parkın da sus payı ve göz boyama olduğu neden sonra anlaşılıyor. Belli ki yakında hummalı bir çalışma başlayacak. Fakat dev iş makinelerinin mevcut trafik için zaten son derece yetersiz olan caddeyi kullanması mümkün değil. Şirket, trafiğe tek yönlü olarak açık olan iki sokağın birleştiği noktadaki yeşil alanı gözüne kestiriyor ve İl Özel İdaresi’ne ait olan, ağaçlarla dolu bu alanı bir yolunu bulup gerekli izni kopararak dümdüz ediyor. Mahalleli hukuk mücadelesi vermeye çalışıyor, ama başaramıyor. Adamlar çok güçlü ve pervasız…
Ve iş makineleri yirmi dört saat çalışmaya başlıyor. Mahalle sakinlerini adam yerine bile koymuyor, uykuya ihtiyacı olan bebeklerin, hastaların, yaşlıların rahatsız olabileceklerini düşünmüyor, düşünseler bile önemsemiyorlar. Bir hoyratlık, bir kabalık ki, tarif edilemez! Gece yarıları mahalle sakinlerinin şikâyetleri üzerine gelen polis ekipleri uzaklaşıncaya kadar susturulan iş makineleri yeniden gürültüye başlıyor, arzın merkezine ulaşmak istercesine kazıyor, kazıyorlar!
Bölgede beş kattan fazlasına izin verilmediği için aylar boyunca yeri oyuyor, gökdelen yapamadıkları için yerdelen yapıyor adamlar. Evet, yerdelen…
Üç yıl sonunda mahallenin sadece yolunu değil, ufkunu da kapatıp hava sirkülasyonuna mani olan Şeddâdî bir iş merkezinin duvarları geçit vermez kale surları gibi âfâka ser çekiyor.
Bir kasabayı içine alacak kadar büyük bir iş merkezi faaliyete geçtiğinde girip çıkacak araçların daracık caddeyi ne hâle getirebileceğini düşünebiliyor musunuz?
***
Bir zamanlar, evlerini yaparken komşularının mahremiyetlerini ihlal etmemek, manzaralarını kapatmamak, güneşlerine mani olmamak için özel bir gayret gösteren, yani “kul hakkı” endişesi taşıyan atalarımızı düşünüyorum da... Biz gerçekten onların torunları mıyız?
“Kul hakkı” çok ince ve derin bir kavramdır. “Günâh-ı kebâir”in, yani büyük günahların çoğu asla affedilmeyecek olan kul haklarıyla ilgilidir.
Merkezî yerlere mevcut yolların trafik kapasiteleri hesap edilmeden -nefes alacak yer bırakmamacasına- yapılan devâsâ iş merkezlerinin, gökdelenlerin, yerdelenlerin İstanbul’u nasıl yaşanmaz hâle getirdiğini, nasıl çirkinleştirdiğini, bu Şeddâdî binaların yapılmasına izin verenler ve bunları yaptıranlar görmüyorlar mı? Eğer inanıyorlarsa, amel defterlerine her gün yüzbinlerce insanın haklarının ihlal edilmesi yüzünden affedilmeyecek yüzbinlerce günahın kaydedildiğini bilmiyorlar mı? Uykuları nasıl kaçmıyor?
Trafikte kaybedilen zaman, dur kalk yüzünden harcanan benzin, altüst olan sinirler, stres yüzünden yaşanan işgücü kaybı vb. kul hakkı olarak bütün bunlara sebep olanların omuzlarındadır.
“Siz her yüksek yere bir alâmet bina edip boş şeyle mi uğraşırsınız” (Şuara Suresi, âyet 128-129)
***
Şeddâdî bina dedim de... Yemen’deki Âd kavminin hükümdarı Şeddâd, hem Hud peygambere itaat etmemiş, hem de İrem adını verdiği cennet taklidi bir bağ ve bu bağı seyretmek için taştan yüksek bir köşk yaptırmıştı. Efsane, inşaat tamamlandıktan sonra adamlarıyla birlikte bağı görmeye giden Şeddâd ve etrafındakilerin, gökten ansızın gelen bir haykırışla (sayha-i âsmânî) helâk olduklarını söylüyor.
Şeddâd’ın ismi o günden sonra, çok yüksek binalar yapanların sembolü oldu ve onun yaptırdığına benzeyen binalara da “Şeddâdî” denildi.