Perşembe günkü yazımı, bir sonraki yazıda Said Halim Paşa’nın kardeşi Abbas Halim Paşa ile Mehmed Âkif arasındaki büyük dostluğu anlatacağımı ifade ederek noktalamıştım. İzninizle bu konuyu gelecek haftaya bırakarak Sadri Maksudi Arsal’dan söz etmek istiyorum.
Dikkatinizden kaçmadığından eminim; başbakanımız Binali Yıldırım, geçen hafta Kazan ziyareti sırasında Tataristan Cumhurbaşkanı Rüstem Minnihanov’la birlikte Kazanlı bir aydın ve hukukçu olan Sadri Maksudi Arsal’ın hatırasını yaşatmak amacıyla yapılan anıtın açılış törenine katılmıştı. Tesadüf bu ya, kafamı kurcalayan bir meseleyle ilgili olarak Adile Ayda’nın Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanan Sadri Maksudi Arsal (1991) isimli kitabını okuyordum. Bu köşede 3 Nisan Pazar günü Moliere’in Kibarlık Budalası isimli komedisi hakkındaki araştırmasını değerlendirdiğim Adile Ayda, Sadri Maksudi’nin kızı ve Türkiye’nin ilk kadın diplomatıdır.
Sadri Maksudi’nin hayatı ve eserleri hakkında kızının yukarıda ismini zikrettiğim eserinde ve ansiklopedilerde doyurucu bilgi bulmak mümkündür. Ben, sadece Paris’te hukuk tahsil etmiş olan bu seçkin Kazanlının 1917 İhtilâli’nden sonra kurulan İdil-Ural Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olduğunu, 1925 yılında Türkiye’ye gelerek önemli görevler üstlendiğini belirterek 1937 yılında başından geçen bir hadiseyi anlatmak istiyorum.
***
Sadri Maksudi, Giresun Milletvekili olarak görev yaptığı 1937 yılının sonlarında, TBMM’de, hükümetin denizciliği geliştirmek için hazırladığı kanunla ilgili görüşmelere katılır. Komisyondan çıkan ve 24 Aralık’ta Genel Kurul’a gelen tasarının birinci maddesi şöyledir: “Hükmî şahsiyeti haiz ve İktisat Vekâletine merbut ol mak ve merkezi Ankara’da bulunmak üzere, Denizbank adı ile bir banka kurulmuştur.”
Sadri Maksudi, maddelerle ilgili görüşmelere geçilmeden önce söz alır ve bankanın teşkilâtından değil, adından söz edeceğini belirttikten sonra şöyle devam eder: “Denizbank adı Türkçenin kurallarına uygun değildir. Türk dilinde ‘bank’ diye bir kelime bulunmadığı gibi, Denizbank terkibi de Türk grameri bakımından bir garibedir. Bu sebeple Denizbank yerine Deniz Bankası adını teklif ediyorum.”
Sadri Maksudi’nin Başkanlığa yazılı olarak da ilettiği bu teklife hiç kimseden itiraz gelmez; hatta Meclis Başkanı, isim değişikliği sebebiyle kanun tasarısını komisyona iade eder. Ancak bu arada komisyon üyesi bir milletvekili Sadri Maksudi’nin yanına gelip kulağına, “Sadri Bey, ne yaptın? Denizbank adını Atatürk koymuş!” diye fısıldamıştır. Cevap: “Ne çıkar? Hakikat değişmez ki...”
***
O gün akşam Çankaya’daki sofrada Sadri Maksudi’yi sevmeyen bir milletvekili, Atatürk’ün “Ee, ne var ne yok?” sorusu üzerine atılarak Meclis’te zat-ı devletlerinin dil politikasının baltalanmak istendiğini, yeni kurulacak banka için tensip buyurdukları Denizbank adının “garibe” diye tavsif edildiğini söyler. “Peki, içinizden cevap veren olmadı mı?” sorusu karşılıksız kalınca öfkelenen Atatürk, başta jurnalci milletvekili olmak üzere sofradakilerden yedi kişiye, “Sen, sen, sen…” diye hitap eder, “şimdi Sadri Maksudi’ye cevap vereceksiniz. Hem de radyodan...”
Görevlendirilenler derhal arabalara doluşup Radyoevi’ne gider, Cumhurreisi’nin emrini bildirip programları iptal ettirerek gece yarısına kadar Sadri Maksudi aleyhinde demediklerini bırakmazlar. Yapılan kelimenin tam mânâsıyla bir “haysiyet cellatlığı”dır. Üç gün sonra gazeteler, birinci ve ikinci sayfaları bu konuşmaların metinleriyle tıkabasa dolu olarak çıkar. Başlıklar şöyledir: “Sadri Maksudi koyu cehaletle itham ediliyor.”
Adile Ayda, “Siyasî kuvvet karşısında bazı insanların ne kadar alçalabildiklerini, kişiliklerinden nasıl feragat edebildiklerini gösteren bu konuşmalardan birini örnek veriyorum,” dedikten sonra, 28 Aralık 1937 tarihli Ulus gazetesinden yayımlanan kan dondurucu metni nakletmiştir. Ben diğerlerine göre hafif sayılabilecek birkaç cümleyi nakletmekle yetiniyorum:
“Eğer senelerden beri Türkiye Türkleri ve Türk gençliği sakat Türkçenle verdiğin dersleri dinliyorsa bunu kendin için bir lütf-u mahsus ve Türklüğün taşkın nezaketinin yüksek eseri telakki etmelisin. Yoksa sen, Türkiye’de Türkçe konuşmaya, Türkçe ders vermeye cesaret edememek mevkiinde bir adamsın.”
***
Adile Ayda, babasının “Atatürk’ten Denizbank kelimesi aleyhinde konuştuğun için af dile!” yolundaki ısrarlara rağmen dik durduğunu söylüyor. Esasen yine Adile Ayda’nın anlattığına göre, Atatürk, milletvekillerinin radyoda yaptıkları konuşmaların üslûbundan rahatsız olmuş ve ertesi akşam hepsini Çankaya sofrasında azarlamıştır. Sadri Maksudi, bunu 31 Aralık Cuma sabahı kendisinden randevu isteyerek Atatürk’ün selamını getiren Cumhurbaşkanlığı Başyaveri Celâl Bey’den öğrenir. Radyoda yapılan konuşmaları katiyen tasvip etmediğini başyaveriyle bildiren Cumhurreisi’nin bu konuşmaların gazetelere intikal etmesine niçin engel olmadığı sorusunun cevabı yok.
***
Sonuç ne mi olmuş? İsminin Deniz Bankası olarak değiştirilmesi için komisyona gönderilen kanun tasarısı, 27 Aralık Pazartesi günü geri istenir ve yeniden oya sunularak ilk şekliyle çıkar. Denizbank ismi muhafaza edilmiştir. Hâlbuki Sadri Maksudi’nin görüşü yüzde yüz doğrudur.
Başka bankalara da benzer isimler verildiğini biliyorsunuz. Etibank, Sümerbank... Bu iki isim Türk Tarih Tezi’nin izlerini taşımaktadır. Sadri Maksudi’nin bu teze ciddi itirazlarının bulunduğunu biliyoruz. Adile Ayda, babasının, bu konudaki fikrini soran Atatürk’e “Benim fikrî melekelerim bu teoriyi anlamaya gayrı müsaittir!” diye cevap verince, sadece “Ya!” diye karşılık aldığını söylüyor.