Bundan önceki yazımda Dr. Aydın Karlıbel’in Yahya Kemal Oratoryosu’ndan söz etmiş ve bir not düşerek gelecek yazımda Yunus Emre Oratoryosu’yla ilgili tartışmaları anlatma sözü vermiştim. Bu konuyu izninizle şimdilik erteleyerek mescidinin ihya edilmesine birileri tarafından karşı çıkılması dolayısıyla yeniden gündeme gelen Rumelihisarı’ndan söz etmek istiyorum.
Rumelihisarı fethin önsözüdür; imparatorluk olma yolundaki genç Osmanlı Devleti’nin kudretini ve o tarihte henüz yirmi yaşında olan Fatih’in güçlü iradesini temsil eder. Ekrem Hakkı Ayverdi, bu muazzam hisarın dört ay on üç günde inşa edildiği gerçeğini belgelerle ortaya koymuştu. Bu, modern inşaat teknolojisiyle bile kırılamayacak bir rekor olsa gerek. Yahya Kemal, 1922 Ağustosunda yazdığı “Hisar’dan Şehitlik’e” başlıklı yazısında, Rumelihisarı’nın bu kadar kısa bir sürede yükseltilmiş olmasını “zorlara dağlar dayanmaz” sözünün tecellisi ve Türklüğün İstanbul’a sadece ordusuyla değil, imar kuvvetiyle de gireceğinin işareti olarak gördüğünü söyler.
1452 yılının baharında, donanması, taş ve kireç yüklü yüzlerce gemisi, paşaları, ağaları, mimarları ve işçileriyle birlikte Anadolu Hisarı’ndan karşıya geçen genç hükümdar, Boğazkesen’in ilk temel taşlarını kendi elleriyle yerlerine koymuştur. Kayser Kostantin Dragazes, başına gelecekleri sezerek bu teşebbüsü önlemeye çalışırsa da başaramaz. Surlar ve kuleler taş taş yükselir ve Hisar, Ağustos’un son günlerinde “büyük ve küçük kuleleriyle, burçlarıyle, surlarıyle” bugünkü çerçevesi içinde bembeyaz belirir. Ve toplarla donattığı Hisar’a Firuz Ağa’yı muhafız olarak tayin eden genç hükümdar, gelecek ilkbaharda ordusuyla dönmek üzere Edirne’ye gider.
1922 yılı Ağustos’unda, Rumelihisarı’nı karış karış gezen Yahya Kemal, söz konusu yazısında, kulelerden birinde bir kitabe görmek istediğini, kendisine rehberlik eden gençle birlikte, Zağanos Paşa’nın Bebek tarafında yaptırdığı kulenin kapısındaki mermer kitabeyi bulduklarını ve iki girift satır halinde dört yüz küsur yıl önceki sülüsle yazılmış bu kitabeye uzun uzun baktıklarını anlatıyor ve diyor ki: “Bu kitabe İstanbul toprağında en eski kitabeydi. Belki de yeni cülûs eden genç Fâtih’in bir bina üzerindeki ilk kitabesiydi; bizzat kendi, bizim durduğumuz yerden bu kitabeyi gururla okumuş, sonra kulenin kapısından girmiş, beş katta da gezinmiş, kulenin üst sahanlığına çıkmış, Kostantiniyye’ye, Ayasofya’nın haçına, dikili taşlara bakmış[tı].”
Balkan Harbi sırasında ve sonrasında köylerindeki katliamdan kaçan Rumeli göçmenlerinin yerleştiği Zağanos Paşa kulesindeki hazin manzaranın derinden etkilediği şair, arkadaşıyla konuşa konuşa Şehitlik’e doğru yürüdüklerini söylüyor. Rumelihisarı’nın yapılmasını önlemeye çalışan Bizanslı cengâverlerle çarpışırken hayatını kaybedenlerin yattığı Şehitlik’te, Yahya Kemal’e göre, fethin bu ilk şehitlerinin ruhları esiyordu. Ne var ki, hemen hepsinin taşları yerle bir olmuştu. Bektaşi Dergâhı’nın hemen önünde, burma kavuklu bir mezar taşının “Şehidü’l-feth Mahmud Çelebi ruhuna fatiha. Nevverallahü kabrehu” şeklindeki kitabesini okuyarak duygulandığını anlatan Yahya Kemal’in yazısı şu iç yakıcı cümlelerle sona ermektedir:
“Bu taş da bütün ötekiler gibi, bir kaç sene sonra kaybolacak! [...] Burada ya hain bir rüzgârın, yâhud da hain bir elin itmesiyle zevalini bekliyor. İstanbul için, fetihten bir sene evvel şehid düşen Mahmud Çelebi ve onun gibi şehidlerin taşları dursalar, onların yerine bizim gibi fâniler fenâyâb olsalar, daha iyi olurdu. Çünkü o taşlar Türk nesillerine bizlerden fazla hayat verebilirler.”
Bu cümlelerle anlatılmak istenen gerçek, duvarlara “Zulüm 1453’te başladı” diye yazanlara nasıl anlatılabilir, bilmiyorum.
Yahya Kemal’in tasvir ettiği hazin manzara, Rumelihisarı’nı dört buçuk ayda inşa eden iradenin, kudretin ve idealizmin hangi noktalara geldiğini göstermesi bakımından ibret vericidir. Osmanlı devrinde son olarak III. Selim devrinde tamir gören Rumelihisarı, 1953 yılına kadar kendi hâline terk edildi. Fethin 500. yıldönümü vesilesiyle yapılan kapsamlı restorasyonla Hisar’ın ömrü uzatılmış, ama tarihî karakterine de telafisi imkânsız zararlar verilmiştir. İçeride zamanla oluşan ahşap evlerden oluşan mahalle korunmalı, orta alanda temelleri ve minaresi kısmen duran cami eskilerin tabiriyle “müceddeden” inşa edilmeliydi. Böyle yapılmadı; orta alan bir sahne olarak düzenlenip karşısındaki yamaç kademelendirilerek oturma yerleri yapıldı.
Restorasyon, yapıları sadece duvarlarını muvarlarını tamir ederek sağlamlaştırmak için değil, ruhlarını, yani tarihî karakterlerini de koruyarak gelecek nesillere intikal ettirmek için yapılır.
Birkaç not
Boğaziçi Üniversitesi’nin koruması altındaki Rumelihisarı Şehitliği’nin günümüze ulaşan mezar taşları hakkında Prof. Dr. Günay Kut ve Prof. Dr. Edhem Eldem imzalarını taşıyan önemli bir envanter çalışması vardır. 2011 yılında Boğaziçi Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanan eser, Rumelihisarı Şehitlik Dergâhı Mezar Taşları adını taşıyor. Meraklısına duyurulur.
Bundan önceki yazımın sonuna koyduğum notta, “Bildiğim kadarıyla bizde oratoryo yazan ilk besteci A. Adnan Saygun’dur. Nevit Kodallı da 1953 yılında Cahit Külebi’nin uzun bir şiiri üzerine Atatürk Oratoryosu’nu yazdı. Aydın Karlıbel’in Yahya Kemal Oratoryosu üçüncü, Fazıl Say’ın Nâzım Hikmet Oratoryosu dördüncü oratoryomuzdur” demiştim. Dr. Aydın Karlıbel, bunlar dışında birkaç oratoryonun daha bulunduğunu bildirdi. Şehitler Oratoryosu (Hasan Niyazi Tura), Çanakkale Kahramanları Destansı Oratoryo (Çetin Işıközlü), Çanakkale Oratoryosu (Vasıf Adıgüzel), Mevlânâ Oratoryosu (Ali Doğan Sinangil).
Zeki Alasya vefat etti. Büyük bir aktör ve sevimli bir adamdı. Kendisine Allah’tan rahmet, yakınlarına ve dostlarına başsağlığı diliyorum.