Ramazan, festivaller ve İstanbul Müzik Festivali

Beşir Ayvazoğlu

Takvim ve saat sistemindeki değişiklik, dünyaya bakışımızda, hayat tarzımızda ve zaman idrakimizde köklü bir değişikliği, daha doğrusu değişiklik arzu ve iradesini temsil ediyordu. Aşağı yukarı yüz yıldır zamanı dedelerimiz gibi idrak etmiyor, edemiyoruz. Hicrî takvim, kandil gecelerine ve Ramazan ayına hapsedildi.

Hicrî takvim ay yılı esasına dayandığı için “sene-i devriye”ler hep başka günlerde ve mevsimlerde idrak edilir. Miladî takvimde yaz Noel’i mümkün değildir; Noel kış mevsimiyle özdeşleşmiştir ve Noel Baba daima kızakla temsil edilir. Hâlbuki bizim hâtıralarımızı çeşitli mevsimlerde yaşanmış Ramazanlar ve bayramlar süslemektedir. Çocukluğumun Ramazanlarını çatır ayazlarda, gençliğimin Ramazanlarını sıcak yaz aylarında yaşadım. Beş on yıl daha ömrüm varsa sonbahar ve kış Ramazanlarını bir kere daha yaşayacağım.

***

Bunları niçin mi yazıyorum? Kırk dört yıldır Haziran ayından düzenlenen İstanbul Müzik Festivali, bu yıl neredeyse bütünüyle Ramazan’a denk geldi. Bu yüzden dinlemek istediğim bazı konserlerden maalesef mahrum kaldım.

1985 yılından beri takip ettiğim İstanbul Müzik Festivali’nin milletlerarası müzik festivalleri içinde hiç şüphesiz özel bir yeri var. Her yıl dünyanın en önemli orkestralarını, müzik gruplarını ve sanatçılarını müzikseverlerin ayağına getiren bu organizasyonu başarıyla gerçekleştiren İKSV’yi kutlamak gerekir.

***

“Festival” kelimesi, olağan iş hayatının terkedildiği dinî tatil günü anlamındaki “festivus” kökünden geliyor. Yani şu bizim bayram’ın tam karşılığı... Ama Ramazan ve Kurban bayramlarına “festival” yahut mesela İstanbul Müzik Festivali’ne “İstanbul Müzik Bayramı” diyemiyoruz? Çünkü kültürel muhteva ve anlamları birbirinden tamamen farklı.

Pagan devirlerinin büyücü âyinleri ilk festivallermiş. Müzik festivallerinin tarihi eski Mısır ve İzis âyinlerine, müzik festivallerinin tarihi kadim Yunan toplumunun politik gösterilerine uzanıyor. Türkçede “festival” kelimesi ilk defa 1931 yılında, İkinci Balkan Konferansı dolayısıyla Beylerbeyi Sarayı’nda düzenlenen Balkan Oyunları Festivali’nde kullanılmış. Sonra giderek yaygınlaştı; sinemasından tiyatrosuna, kirazından yoğurduna, o kadar çok festivalimiz oldu ki, yaz dönemi başladığında gazetelerde bu enflasyon öteden beri “Festival üstüne festival” gibi başlıklarla duyurulur.

***

Bu arada birçok kelime gibi, festival de yeni anlamlar kazanarak günlük dile mal oldu. Halk arasında bu kelimenin gırgır-şamata ve curcuna anlamlarında kullanıldığına çok şahit oldum. Bu da halkın festival adı altında düzenlenen birtakım şenlikleri ciddiye almadığı mânâsına gelir.

Türkçede festival yerine kullanılabilecek bir kelime daha var: “Şenlik”. Osmanlı devrinde düğün, sünnet düğünü, cülus, zafer gibi çeşitli vesilelerle sık sık yapılan şenlikler, aslında bizde köklü bir festival geleneğinin bulunduğunu gösteriyor. Ayrıntılarını öğrenmek isteyenler mesela Metin And’ın Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları (1982) adlı kitabına bakabilirler. Bu şenliklerin önemli bir kısmı düğün (sûr) ve sünnet düğünü vesilesiyle yapıldığı için “Sûrnâme” ismi verilen manzum eserler yazılmıştır.

Yeri gelmişken, Şair Vehbi tarafından III. Ahmed’in oğulları için düzenlenen muhteşem sünnet düğününün anlatıldığı Sûrnâme’nin Prof. Dr. Mertol Tulum tarafından mükemmel bir biçimde yayımlandığını hatırlatmak isterim. Aynı eser, İntizami Sûrnâmesi ve manzum sûrnâmeler de çok çalışkan bir ilim adamı olan Prof. Dr. Mehmet Arslan tarafından üç cilt halinde yayımlanmıştı.

***

Klasik festivaller, ait oldukları toplumların kimliklerini yansıtan birer ayna gibidir; başka bir deyişle, toplumların kendilerini sanatın diliyle ifade ettikleri kurumlar olması bakımından büyük önem taşırlar. Bir yandan halk kütlelerinin boşalıp rahatlamasını, diğer yandan kültürün nesilden nesile aktarılarak devam etmesini sağlar, dolayısıyla süreklilik şuuru kazandırırlar.

Sanayi devrimiyle birlikte başlayan ve burjuvazinin damgasını taşıyan modern festivaller ise, kültürlerarası yarışa ve diyaloğa zemin hazırlayan büyük organizasyonlardır. Bugün bir festival endüstrisinden ve festival turizminden söz edebiliyoruz. Kültürler, festivallerle birbirine açılıp zenginleşiyor ve canlılık kazanıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısında sahneye çıkan modern festivallerin en eskisi 1876’da başlayan, sadece Wagner operalarının sahnelendiği Bayreuth ile 1877’de başlayan Salzburg ve Luzern festivalleridir.

Festivaller 1960 yılından sonra yaygınlaştı ve Avrupa’nın önemli merkezlerinde ardarda müzik festivalleri doğdu. İlki 1972 yılında düzenlenen ve bugün belli başlı festivaller arasında yer alan İstanbul Müzik Festivali bunlardan biridir.

***

Her festivalin, milletlerarası olsa dahi, hâkim rengini, o festivali gerçekleştiren ülkenin kültüründen alması tabiidir. Sağlıklı bir kültür alışverişi için bunun elzem olduğu kanaatindeyim. Aksi takdirde, tek yönlü bir kültür akışından gerçekleşir. İstanbul Müzik Festivali’nde olduğu gibi... Bu festivalin ilk yıllarında başta İstanbul Klasik Türk Müziği Korosu olmak üzere bazı Türk Musikisi gruplarının konserlerine de -lütfen- yer verilirdi. Rahmetli Bekir Sıdkı Sezgin’i Aynalıkavak Kasrı’nda İstanbul Müzik Festivali kapsamında birkaç defa dinlediğimi hatırlıyorum.

Doğrusunu söylemek gerekirse, İKSV’nin on beş-yirmi yıldır bu toprakların musikisini niçin ihmal ettiğini anlayabilmiş değilim. “Uluslararası” bir müzik festivalinde, festivali düzenleyen “ulus”un müziğine yer verilmemesi nasıl açıklanabilir?

***

Bütün okuyucularımın Ramazan-ı Şerif’ini tebrik ediyor, bu mübarek ayda, Vezneciler’de büyük bir felakete yol açan hainleri şiddetle lânetliyorum.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.