Şu sıralarda Metin Kayahan Özgül’ün Çolpan Kitap tarafından dört cilt halinde yeniden yayımlanan Sekmeler’ini okuyorum. Kaç gecedir, geç vakitlere kadar -gözkapaklarımı açık tutmakta çok zorlandığım halde- elimden bırakamadığım, her biri aşağı yukarı üç yüz sayfalık dört cilt... Neler öğrendim, neler!
İnanılmaz bir merak, dikkat ve tecessüse sahip olan sevgili dostumun ilgi alanının genişliği doğrusu hayranlık verici. Yazdıkları edebiyat ağırlıklı olmakla beraber, ilim ve sanatın diğer dallarında da söyleyecek çok sözü var. Eserlerini yazarken ‘tetebbu’ ettiği kitaplarda, gözden geçirdiği gazete ve dergi koleksiyonlarında bizim çok zaman fark etmediğimiz, etsek bile önemsemeyip geçtiğimiz ayrıntılara, inceliklere, problemlere “nüfuz-ı nazar”la bakmasını biliyor. Tabii bu bakış farklılığının arkasında, Frenklerin érudition dedikleri muazzam bir bilgi birikimi var. Ne kadar çok bilirseniz, o kadar iyi görürsünüz. Sözün kısası, Kayahan bir “kültür érudit’si”, bizim eskilerin tabiriyle bir “mütebahhir”dir.
***
Birinci cildin başında önsöz niyetine yazılmış “Sekmeye Başlarken” başlıklı yazıda, yıllardır biriktirdiği ve kendisini yutacağından korktuğu malzemeyi kestirme yoldan eritmeye karar verdikten sonra sekmeleri yazmaya karar verdiğinden söz eden Kayahan’ın şu cümleleri, yaptığı işi çok iyi anlatıyor:
“Galiba bununu için tek kurtuluş yolu fragmanlar kaleme almaktı; ben de onu seçeceğim. Baudrillard, fragmanı kırık bir aynaya benzetmekte haklı; onda, yazmak istediğiniz konunun tamam endamını gösteremezsiniz. Kısa notlarla okuru haberdar eder, dikkatini tetikler, merakını depreştirir, ucundan koklatır ve çekersiniz. Bu yolla bir parça evimi boşaltmak ve zihnimi rahatlatmak, şayet becerebilirsem, biraz da eğelen(dir)mek istiyorum.”
Elhak, dediğini büyük bir ustalıkla başarıyor Kayahan. Ama üçüncü ve dördüncü ciltlerde yazıların birer fragman olmaktan çıkıp uzun denemelere dönüştüğünü görüyoruz. Bu denemeler de “hurde teferruat” gibi görünen meseleler hakkındadır. Ücüncü cildin başındaki “Bir Kere Daha” başlıklı ikinci önsözde de “küçük şeyler”e merakının sebebini şöyle açıklıyor Kayahan:
“Sekmeleri ‘historia in nuce’ (cevizin içindeki hikâye) -Türkçesi bir bardak suda fırtına koparmak kasdıyle kaleme almaktayım. Herkesin, kocaman kocaman meselelerle boğuşurken ara yerde çiğneyip geçtiği, toz-duman arasında farkedemediği, farketse de burun kıvırıp umursamadığı, umursayacak olsa bile, pek kısa düşeceği için yazmaya gelmediğini düşündüğü konulara el atmaktan hoşlanıyorum. Sami Paşazade Sezayi Bey’den kaptığım ‘hurde-bînâne nazar’la küçük şeyler üzerine eğilmeyi hep sevdim.”
***
Kayahan’ın Seke seke Ben Geldim adıyla yayımladığı Sekmeler’i için bir akademisyenin, akademik yazış tarzının kuruluğuna ve darlığına bir isyanı niteliği taşıdığını söyleyebilirim. Deneme tarzını, akademik çalışmalar yaparken biriktirdiklerinin bir kısmına uygulayan, kendine has bir üslûba ve ironiye sahip bir yazar, aynı zamanda hiçbir zaman ağzını bozmayan sıkı bir münekkitten söz ediyorum.
Kısa kısa değinmelerden uzun denemelere kadar yüzlerce yazıdan oluşan Sekmeler, daha önce iki cilt olarak Hece Yayınları’nda çıkmıştı. Aynı yayınevinin yayımladığı Kandille İskandil ve Babil’le Ebabil de aslında Sekmeler arasında yer alabilirdi.
Kayahan’ı bir edebiyat tarihçisi ve münekkit olarak farklı kılan en önemli meziyeti, bütün ön kabulleri, tartışılmadan tekrarlanan kalıplaşmış fikirleri elinin tersiyle itip başka açılardan bakabilmesidir. Mesela “Namık Kemal’in Şirine Tersten Bakmak” alt başlığını taşıyan Kemal’le İhtimal isimli kitabında şu sorulara cevap aramaktadır:
“Namık Kemal bir Türk büyüğü müdür? Öyle olması, ‘büyük Türk şairi’ unvanını kazanmanın da teminatı mıdır? Kişi ne kadar büyürse, şairliği de o kadar büyür mü? Kemal’in heybetli ismi şiirinin önünü kapattığı için, aslında metni görmüyor ve görmeden hüküm veriyor olabilir miyiz? ‘Şair Kemal Bey’ etiketinden ‘Kemal Bey’ ismini bir yana itelemeyi başarabilseydik, geriye kalan ‘şair’ ve şiiri hakkındaki tesbitlerimiz şimdikilerle aynı olur muydu? Siyasi geçmişini, çileli ömrünü, efsanevi şahsiyetini, hatta adı etrafında uydurduğumuz fıkraları unutarak bakmayı becerebilsek, yine de Kemal’in önemli bir şair olduğunu söyleyebilir miydik?”
***
Kayahan’ın bütün yazdıkları elbette deneme ve fragmantal metinlerden ibaret değil. Özellikle Encümen-i Şuara ve bu topluluğa mensup şairler (Leskofçalı Galib, Yenişehirli Avni, Hersekli Arif Hikmet, Osman Nevres) üzerine yazdığı monagrafiler, edebiyat tarihimizde ciddi bir boşluğu doldurmaktadır. “Modern Türk Şiirine Doğru” alt başlığını taşıyan Divan Yolu’ndan Pera’ya Selametle isimli çok önemli kitabının yeni baskısı da Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Türk Edebiyatında Siyasi Rüyalar ve Resmin Gölgesi Şiire Düştü gibi kitaplarının yeni baskılarını da beklediğimi ifade etmek isterim.
Ali Ekrem Bolayır ve Ali Kemal’in hatıraları (Ömrüm) gibi çok sayıda önemli metni de yayına hazırlayan Metin Kayahan Özgül’ün bütün eserlerini edebiyat ve kültür tarihiyle ilgilenen bütün okuyucularıma tavsiye ediyorum.