Hafta başında, Bayburt’a kırk beş kilometre mesafede, Çoruh vadisine bakan yüksek bir tepede üç gün geçirdim. Çok sayıda gazeteci, yazar ve sanatçıyı üç gün boyunca ağırlayan Hüsamettin Koçan ve zarif eşi Oya Hanım’ın misafirlerinden biri de bendim.
Muhteşem Çoruh nehrinin hayat verdiği ve büyüleyici bir güzelliğe sahip çıplak dağların göz alabildiğine uzandığı bu Dede Korkud coğrafyasındaki köylerden birinde, Bayraktar köyünde doğan Hüsamettin Bey’in köyüne dönüşü, hiçbir dönüşe benzemiyor. 2014 yılında Avrupa Parlamenterler Meclisi tarafından Avrupa Konseyi Müze Ödülü’ne lâyık görülerek otuz yedi önemli müzeyi geride bırakan Baksı Müzesi’nden söz etmek istediğimi anlamış olmalısınız.
Baksı, Bayraktar köyünün eski ismi; Şamanist Türklerde hekimlik, büyücülük ve ozanlık yapan kamlara baksı denildiği düşünülecek olursa, bu köyün tarihinin Anadolu’daki ilk Türk yerleşimlerine kadar uzandığı söylenebilir.
***
Hüsamettin Bey, 1987 yılında kaybettiği babasını, doğduğu toprakları ne kadar özlediğini çok iyi bildiği için ailenin muhalefetine rağmen doğduğu köye götürerek toprağa verir. Bu karar, aslında onun da dönüş kararıdır.
Cenaze dolayısıyla bir araya gelenlerin toplanabileceği bir mekân bulamayan Hüsamettin Bey, köy konağının yerinde yeller estiğini, birer televizyon edinen ailelerin de komşularına kapılarını adeta kapadıklarını, daha kötüsü, aile fertlerinin bile televizyona bakmaktan birbirleriyle ilgilenmediklerini görünce derin bir üzüntüye kapılır ve köyün gençlerini kütüphanesi olan bir konak inşa etme konusunda ikna eder. Konak, dağlara bakan ve Çoruh’u yukarıdan seyreden bir araziye yapılacaktır. Ne var ki Bayraktarlılar bir süre sonra televizyonlarının başına dönerek heyecanlarını kaybederler. Proje köylüleri tarafından rafa kaldırılsa da Hüsamettin Bey’in zihninde her şeye rağmen yaşamaya devam eder, ama başka bir forma ve anlama bürünerek...
Sürekli hedefini büyüten ve projesini yeni yüzyılda, yani 2000 yılında hayata geçirmeye karar veren Hüsamettin Bey, Baksı Müzesi’nin bugünkü arazisini hazineden parça parça satın alarak zihninde çeşitli aşamalardan geçerek müzeye dönüşen “köy konağı”nı külliye çapında inşa etmeye başlar. Tanınmış bir ressam ve etkili bir akademisyen olarak geniş çevresini harekete geçiren ve müthiş bir sinerji yaratan Hüsamettin Bey, kendisine inanan kişi ve kurumların maddi ve manevi desteğin almayı da başarır; karşılaşması kaçınılmaz olan bütün zorlukları aşarak hem modern, hem de bölgenin mimarisinden izler taşıyan, bulunduğu coğrafyayla uyumlu, zaman içinde yeni üniteler ilavesiyle genişleyen bir binalar bütünü oluşturur.
Uzak atalarımızın Anadolu’ya gelmeye başladıkları kadim zamanların hatırasına taşıyan köyün eski isim de bu müzede dirilecektir: Baksı.
***
Baksı Müzesi, herhangi bir müze değil, aynı zamanda gurbetin, kaybolan geleneklerin ve unutulan değerlerin yol açtığı problemlere bir çözüm arayışıdır.
Kültürel yabancılaşma meselesi üzerinde önemle duran Hüsamettin Bey, hem bu süreci durdurmanın kolay olmadığını, hem de köklü bazı alışkanlıklara sahip olan bölge halkıyla çatışarak, onlara bir şeyleri dayatarak başarı kazanmanın imkânsızlığını elbette biliyordu. Hiç kimseyi hiçbir şeye zorlamayacak, sadece gösterecek ve yok olmaya terk edilen değerleri yeniden birer değer olarak bölge insanlarına teklif edecekti. Bu, geleneksel olanı çağdaşla buluşturmak anlamına geliyordu.
Gelenekle çağdaşın birbirine zıt olmadığını düşünen Hüsamettin Bey, öncelikle müzesinde dokuma ve çömlek gibi üretim alanlarında birimler kurarak hem istihdam yaratmaya, hem de çağdaş tasarımcıların birikimlerinden yararlanarak bunların sürdürülebilirliğine katkıda bulunmaya çalıştı. Çalışmalarını yıllardır uzaktan takip ettiğim Hüsamettin Bey’in başarısına hayranlığım, Baksı Müzesi’ni yakından gördükten sonra katbekat arttı.
***
On beş yıldır bu temel amaç doğrultusunda faaliyet gösteren ve bölgenin turizmine de ciddi katkıları bulunan Baksı Müzesi, şimdi çöl ortasında bir vaha gibi, halkın da desteğini arkasına almış olarak faaliyetlerine devam ediyor. Başından beri halkın inançlarıyla, alışkanlıklarıyla, giyim kuşamıyla asla didişmeyen Hüsamettin Bey’in Baksı Müzesi’nde yaptırdığı, muhteşem dağlara bakan amfiteatrın salı günü yapılan açılışında Bülent Ortaçgil ve Erkan Oğur’un verdiği konsere civar köylerden ve kırk beş kilometrelik zor yolu göze alarak Bayburt’dan gelen dinleyici kitlesinin yapısı, Hüsamettin Bey’in başarısının bir göstergesiydi. Mini etekliler de vardı, mütesettirler de, ehramlı hanımlar da vardı, şalvarlı adamlar da; Ak Partililer de vardı, CHP’liler de...
Müzenin koleksiyonlarında da geleneksel olanla çağdaş olan iç içe... Çağdaş sanatçıların bağışladıkları eserlerden oluşan çok zengin bir resim koleksiyonunun yanı sıra, Hüsamettin Bey’in 1975 yılından beri topladığı Ashabı-ı Kehf, Amentü Gemisi gibi tarikat levhaları, taşbaskısı kahve resimleri, Köroğlu ve Şahmaran tasvirleri, camaltılar, bölgeye ait alem, kilit, ağırlık birimleri, kab kacak gibi metal eşyalarla kilim ve çömleklerden oluşan zengin koleksiyonlar... Müzeyi gezerken bütün bunları iç içe görüyor ve asla yadırgamıyorsunuz.
***
Depo Müze’de korunan bu koleksiyonlar, sanatseverlerin dikkatine bütünüyle değil, tematik başlıklar altında bölüm bölüm sunuluyor. Halen devam eden sergi “Toprak” adını taşıyor ve müzenin çömlek koleksiyonu, Türk seramik sanatının büyük ismi Alev Ebüzziya’nın modern ve harikulâde çömlek tasarımlarıyla birlikte sergileniyor. Bu sergiyi gezerken gerçekten çağdaşla modernin -doğru tarif edildiği ve doğru uygulandığı takdirde- aslında birbirine zıt olmadığını ve sürekliliği görüyorsunuz.
Hüsamettin Koçan, çok sayıda gazeteci, yazar ve sanatçıyı Baksı’da bu sergi vesilesiyle buluşturdu. İstanbul’un kaotik ortamından, hayuhuyundan, rutubetli sıcağından çok uzakta, harika bir üç gün geçirdik ve gelenek-modernlik ilişkisini tartıştık. Çıplak dağların derin sessizliğini, Çoruh’un Karadeniz’e doğru vakur süzülüşünü, serin geceleri ve başka türlü parıldayan yıldızları özleyeceğim.