Hatırlar mısınız, bilmiyorum; 2012 yılı başlarında milletvekillerinden oluşan bir heyet, İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi tarafından kullanılan Dolmabahçe Sarayı Veliahd Dairesi’ni gezmiş, gördükleri karşısında dehşete düşmüştü. Sarayın ayrılmaz bir parçası olan Veliahd Dairesi’nin durumu içler acısıydı.
TBMM heyetinin gezisi ve bu gezi vesilesiyle çıkan haber ve yorumlar, Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın 1990’ların sonunda aldığı kararla başlanan ve o günlerde devam eden restorasyon çalışmalarının hızlandırılmasını sağlamıştı. Ancak modern müzecilik şartlarını taşımayan Veliahd Dairesi restore edilse bile, Türkiye’nin en zengin resim ve heykel koleksiyonu için her bakımdan yetersizdi. Nurullah Berk, bu gerçeği 1972 yılında yayımlanan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi isimli eserinde çok açık şöyle ifade etmiştir:
“Görünüşe göre müze daha uzun yıllar buradan çıkamayacaktır. Modern müzecilik koşullarının hiçbirini yerine getirmeyen bu saray, iyi kötü barındırdığı tablo ve heykelleri, ancak onlara layık bir mekân yapıldıktan sonra Beşiktaş kıyılarından selâmetleyebilecektir.”
***
O günlerde, Türk resim ve heykelinin en seçkin örneklerini yıllardır barındıran Veliahd Dairesi’ndeki restorasyonun bir an önce tamamlaması, fakat mutlaka uygun bir yere büyük bir modern sanatlar müzesi yapılarak depolar dolusu sanat eserinin en sağlıklı şartlarda teşhir edilmesi gerektiğini yazmıştım. Yazı şu cümlelerle noktalanıyordu:
“Veliahd Dairesi’ni de bu müzenin bir birimi olarak korumaktan yanayım. Unutmamak gerekir ki, bu dairenin hanedana mensup son sakini Abdülmecid Efendi de önemli bir ressamdı ve bu müzede resimleri bulunan ressamların çoğunun koruyucusuydu.”
Restorasyon tamamlandıktan sonra Resim ve Heykel Müzesi olarak yeniden hizmete açılması beklenirken bütün eserler Tophane’deki 5 numaralı antrepoya taşındı ve Veliahd Dairesi, Milli Saraylar Resim Koleksiyonu’na tahsis edildi. Bu koleksiyon Sultan Abdülaziz devrinde teşekkül etmeye başlamış, 1924 yılına kadar yerli ve yabancı ressamların eserleri satın alınarak bir hayli zenginleşmişti. Ben, Milli Saraylar’ın küçük bir kıyametin kopmasına yol açan kararının doğru olduğuna inanıyor, Türkiye’nin en zengin resim ve heykel koleksiyonunun antrepoya taşınmasının devleti bir an önce büyük ve modern bir Resim ve Heykel Müzesi binası yapılması için harekete geçireceğini düşünüyordum.
Evet, AKM gibi, sevimsiz bir antrepoya taşınan Resim ve Heykel Müzesi için de prestijli bir bina şarttır. Kültür ve Turizm Bakanımızın dikkatine...
***
Resim ve Heykel Müzesi fikri, Burhan Toprak’ın Güzel Sanatlar Akademisi müdürü olduktan sonra açılmasını sağladığı “Elli Yıllık Türk Resmi Sergisi”nden doğdu. Bu sergiyi gezen Afet İnan’ın Mustafa Kemal Atatürk’e bir müze ihtiyacından söz ettiği, onun da derhal gerekli emri verdiği söylenir. Müze için tahsis edilen Veliahd Dairesi’nde gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra, müdür olarak tayin edilen ressam Halil Dikmen, Léopold Lévi ve Cemal Tollu’yla birlikte çalışarak çeşitli bakanlıklar, devlet daireleri ve Dolmabahçe Sarayı’ndan temin ettiği resimlerle Türkiye’nin ilk güzel sanatlar müzesinin çekirdeğini oluşturmuştur. Malik Aksel, bir yazısında bu oluşum sürecinden şöyle söz eder:
“O sırada Güzel Sanatlar Akademisi’nde bölüm şefi Léopold Lévi müzenin tertibine memur edilmişti. Avrupa öğreniminden geri gelenlerle Çallı grubu bunun resim seçimini pek beğenmiyor, ama bir şey diyemiyorlardı. O devirde Çallı ve arkadaşları (…) eski ressamların, hele Ali Rıza ve ona benzer ressamların resimlerini resim saymıyorlardı. Hâlbuki bu yabancı ressam Seyit Bey, Şeker Ahmet Paşa, Zekâi Paşa, Hoca Ali Rıza ve arkadaşlarına müzede yer veriyordu, hem de en başta... Unutulmuş ilk Türk ressamlarını bu Fransız tekrar ortaya koydu; memleket bunların da bir değer olduğunu anladı.”
***
Resim ve Heykel Müzesi’nin ilk müdürü olan ve bu görevini tam yirmi dört yıl sürdüren Halil Dikmen, bilindiği gibi aynı zamanda Neyzen Emin Dede’den meşk etmiş büyük bir neyzen, dolayısıyla neyde bir meşk zincirinin en önemli halkalarından biriydi.
Nurullah Berk, Halil Dikmen’i Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde müdürlük yaparken görmeyenlerin, onun kimseninkine benzemeyen titizliğini, işine kılı kırk yararcasına sarılışını anlayamayacaklarını söyler. Sabahları herkesten önce müzeye gelip yukarı çıkarak koridorlarda sessizce dolaşmaya başlayan titiz sanatkâr, gözüne çarpan aksaklıkları eliyle tek tek düzeltirmiş. Bütün aksaklıkların giderildiğine kanaat getirince bürosuna geçer, bürokratik işlerini hallettikten sonra dostlarını ağırlamaya ve talebelerine ders vermeye başlarmış. Dostları mı? Devrin tanınmış şairleri, yazarları, musikişinasları… Hepsini tatlı gülümseyişiyle ve “erenler”, “mîrim”, “sultânım”, “cânım efendim” gibi, İstanbul beyefendilerine has hitaplarla karşılarmış.
Rahmetli Turgut Cansever, devrin birçok tanınmış simasını resim ve ney hocası Halil Dikmen’in yanında tanıdığını söylemişti. Mesela İstanbul’un beyaza büründüğü bir kış günü birlikte Dede Efendi’nin Ferahfeza Peşrevi’ni çaldıkları sırada Asaf Hâlet Çelebi gelmiş ve büyük bir heyecanla dinlediği peşrev bittikten sonra yeni yazdığı “Sema-i Mevlânâ” şiirini okumuş. Başka bir gün Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur romanında Ressam Cemil adıyla zikrettiği Halil Dikmen’in neyini Veliahd Dairesi’ndeki makam odasında uzun uzun dinledikten sonra, “Halil,” demiş, “bu yaptığının ne kadar büyük bir iş olduğunu bilemezsin. Bununla Türkiye’yi yeniden inşa ediyorsun!”
***
Böyle güzel hatıraları taşıyan Veliahd Dairesi’ni geçen pazartesi günü ziyaret ettim ve müdür olarak kısa bir süre önce göreve başlayan Gülsen Sevinç Kaya hanımefendiyi tebrik ettikten sonra müzeyi onun refakatinde tadına vara vara gezdim. Modernleşme tarihimizin başlangıç yıllarına estetiğin penceresinden bakmak isteyenlere çok şey söyleyen, çağdaş müzecilik usullerinin de mümkün olduğunca kullanıldığı bakımlı, pırıl pırıl bir müze… Beşiktaş’a yolunuz düşerse mutlaka uğrayınız, derim.
NOT. Devlet Resim ve Heykel Müzesi kurulurken saray koleksiyonundan bu müzeye aktarılan eserlerin de Milli Saraylar’a iade edilmesi gerektiği kanaatindeyim.