İranlı yönetmen Mecid Mecidî’nin Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi adlı filmini, aleyhinde yazılan yazıları okuduktan sonra ben de seyrettim. Çok beğendiğim bir yönetmen olan Mecidî’nin Hollyvood tarzında bir film yaptığını öğrenince çok şaşırmıştım ve bu filmi hayal kırıklığını uğramaktan endişe ettiğim için seyretmek istemiyordum. Doğrusu korktuğum başıma gelmedi; yer yer gözlerim yaşaracak derecede etkilendiğim usta işi bir film... Ancak eleştirilerin de etkili olduğu, koca salonda başörtülü beş on kadın dışında seyircinin bulunmamasından anlaşılıyordu. Eskiden özellikle Anadolu’da dinî temalı yerli filmler gösterime girdiğinde sinema salonları günlerce dolup taşardı.
***
Anladığım kadarıyla, Mecidî’nin filmine yönelik eleştiriler iki temel meselede odaklanıyor: Birincisi, peygamberimizin, büyük sahabilerin göz ardı edildiği filmde Şia duyarlığıyla anlatılmış olmasıdır. Üstelik bu, Mecidî’nin kafasındaki trilojinin ilk filmidir ve çekmeyi planladığı diğer iki filmde, peygamberimiz muhtemelen bir aktör tarafından canlandırılacaktır.
İkinci önemli mesele ise, peygamberimizin görselleştirilmesi... Eleştirmenlere göre, filmde efendimizin yüzü hiç gösterilmemişse de, bebeklik döneminde çıplak elleri ve ayakları görünüyor. Onu büyüdükten sonra da çeşitli açılardan görüyoruz. Bu, asırlar boyunca Resulullah’ı görselleştirmekten özenle kaçınan Müslümanların itikadına bir saldırı anlamı taşımaktadır ve tehlike bir sürecin başlangıcıdır.
***
Bu eleştirilerdeki hassasiyetlere katılmamak mümkün değil. Ancak bir Şii yönetmenden peygamberimizi Sünni bakışıyla, Sünni bir yönetmen de Şii bakışıyla anlatması beklenemez. Görselleştirilme meselesine gelince: İslâm tarihinde böyle bir çaba hiç yokmuş gibi konuşmak doğru değildir.
Peygamberimizin yüzünün açık çizildiği minyatürler bile var. Ancak yaygın uygulama, kendisinin ve yakınlarının yüzünü bir nikâb ile örtmektir. En ilgi çekici minyatürler, Sultan III. Murad’ın emriyle Erzurumlu Darîr’in Siyer-i Nebî’si için yapılmıştı. III. Mehmed devrinde tamamlanabilen bu altı ciltlik abidevî eserdeki yüzlerce minyatürde peygamberimizin hayatı ve mucizeleri devrin resim diliyle anlatılmıştır. Eserin beşinci cildi maalesef kayıp... Birinci, ikinci ve altıncı ciltler Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir. Üçüncü cildin New York’a, dördüncü cildin Dublin’e nasıl gittiğini Allah bilir!
***
Siyer-i Nebi’deki nefis minyatürlerden birinde peygamberimizin bebekliğinde sütannesi tarafından emzirilişi tasvir edilmiştir. Bebeğin ve yeşil elbise giymiş annesi Âmine Hatun’un yüzleri beyaz peçeyle örtülüdür. Ancak Halime Hatun’la Mekkeli kadınların yüzleri açıktır. Bir başka resimde Hıra Dağı’nda ilahi sesler duyan peygamberimiz bembeyaz elbiseler içinde peçeli olarak tasvir edilir. Yüzleri açık melekler gökte bulutların ardından onu seyretmektedirler. Miracın tasvir edildiği bir minyatürde de gövdesi at, başı insan, kuyruğu tavus kuşu kuyruğu şeklinde tasavvur edilen Burak’a binmiş, Cebrail’in rehberliğinde ve kanatlı meleklerin eşliğinde semavi yolculuğunu yapmaktadır. Bu resimde peygamberimiz yeşil bir elbise giymiştir, peçesi ve sarığı ise beyazdır. Başka bir minyatürde peygamberimizin, kızı Hz. Fatıma’yı yeğeni Hz. Ali’yle evlendirişi tasvir edilmiştir. Minyatürde Hz. Ali’nin yüzü açıktır.
Bütün minyatürlerde peygamberimizin başının nurdan bir hâle ile çevrelenmiş olduğun, ashabın, diğer peygamberlerin ve meleklerin yüzlerinin açık çizildiğini de kaydetmeliyim.
***
Halk tipi taşbaskısı kitaplarda farklı bir tasvir anlayışı vardır. Özellikle çok okunan bir eser olan Muhammediye’lerde peygamberimizin hayatıyla ilgili resimlere rastlanır. Bu resimlerde insan figürü hiç kullanılmamıştır; mekânlar resmedilir, bu mekânlarda yer alan insanlar sembolik işaretlerle gösterilir. Bu sayfada göreceğiniz resimde, peygamberimizin müşrikler tarafından kuşatılan Hane-i Saadet’i Hz. Ebubekir’le birlikte görünmeden nasıl terk ettiği tasvir edilmiştir. Resimde müşrikler küçük siyah halkalar, onların arasından geçen peygamber efendimizle Hz. Ebubekir ise beyaz halkalarla temsil edilir. İnsanların hiç gösterilmediği Muhammediyeler de vardır. Mesela 1305 tarihli Muhammediye’de, Kâbe tasviri dışında hiçbir şeklin ve figürün bulunmadığı bir resmin altında şu yazılıdır: “Ashâb-ı kirâmın Ka’be-i Şerif’te müctemi olduklarıdır.”
***
Bu örnekler, Osmanlı geleneğinde dinî şahsiyetlerin görselleştirilmesi konusunda katı bir anlayışın bulunmadığını, ancak halkın ulaşabileceği eserlerde kutsallık atfedilen figürlerin birer ikona dönüştürülebileceği endişesinin var olduğunu gösterir. Bu titizliğin sinema filmlerinde de gösterilmesinde fayda vardır. Merhum Mustafa Akkad’ın Çağrı’sında böyle bir hassasiyet vardı. Ancak onda da peygamberimizin amcası Hz. Hamza kanlı ve canlı bir şekilde görünür. Bu yüzden ne zaman onun adı zikredilse gözlerimde hâlâ müteveffa Anthony Quinn’in karakteristik çehresi beliriyor.