Perşembe günkü yazımda, ilkokul ikinci sınıftayken para verip satın aldığım ilk kitabın bir Binbir Gece masalı olan Ali Baba ve Kırk Haramiler olduğunu ifade etmiştim. Bu ve benzeri kitaplar, yani Kerem ile Aslı’lar, Leyla ile Mecnun’lar, Ferhad ile Şirin’ler, Derdiyok ile Zülfisiyah’lar, Tahir ile Zühre’ler, Âşık Garip’ler İstanbul’daki salaş matbaalarda genellikle birer formalık kitaplar halinde basılır, gezici satıcılar ve çerçiler vasıtasıyla ülke çapında dağıtılırdı. Çocukluğumda, bizim evde bu kitapların harf inkılâbından önce basılmış taşbaskısı nüshaları da vardı. Bu baskılardaki ilkel resimler rahmetli Malik Aksel’in Anadolu Halk Resimleri adlı öncü kitabına konu olmuştur.
Bizde aydınlar tarafından küçümsense de, Macar Türkolog Kunoş’tan Alman şarkiyatçı Otto Sapies’e kadar birçok batılı araştırmacının önemli çalışmalarına konu olan halk hikâyelerinin -halk romanları da denebilir- tirajlarını merak ediyor olabilirsiniz; o devrin şartlarında en az elli bin... Halk hikâyelerinin bu yaygınlığından rahatsız olan devlet, 1937 yılında bir dönüştürme projesi hazırlayıp Matbuat Umum Müdürlüğü’nce yazar ve yayıncılara gönderilen bir genelgeyle uygulamaya koymuş. N. Ahmet Özalp’ın ifadesiyle, “bu projeye göre, halk hikâyeleri eski ve bayat bir zihniyetin, yaratılmak istenen yeni insan idealine aykırı bir ideolojinin ve geleneğin ürünüdür; üstelik bunlar arasında hurafelerle dolu olan, irticayı telkin eden kitaplar da bulunmaktadır.”
***
O halde ne yapılmalıdır? Halkın severek okuduğu hikâyelerin kahramanları “yeni Türk inkılâp ve medeniyeti gayelerine uygun telkinler yapan mecralar içinde” yaşatılmalı, yani bu kahramanlar için yeni hikâyeler yazılmalıdır.
Aslında bu yolda ilk teklif Milli Mücadele devam ederken Kâzım Karabekir Paşa’dan gelmiş, Süleyman Tevfik tarafından da uygulanmıştır. Özalp, Süleyman Tevfik’in Ahmet Rasim’den Kerem ile Aslı’yı yeniden yazmasını istediğini, bu teklifi önce kabul eden büyük yazarın işin saçmalığını fark edince vazgeçtiğini söylüyor. Peyami Safa da Billur Köşk Masalları’yla Leyla ile Mecnun’u yeniden yazacak, fakat o da daha sonra vazgeçerek bu dönüştürme projesine karşı çıkacaktır.
Bu yolda yazılan kitapların hiçbiri halk tarafından benimsenmemiş ve proje fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
***
Söz konusu projenin halk hikâyeleriyle sınırlı kalmadığını da, masalları içine aldığını 1-5 Mayıs 1939 tarihleri arasında gerçekleştirilen Birinci Türk Neşriyat Kongresi’ne sunulan Gençlik ve Çocuk Edebiyatı Encümeni’nin raporundan biliyoruz. Bu rapor tartışılırken cin ve peri masallarının yasaklanıp yasaklanmaması, ayrıca padişah, sultan, şehzade gibi kelimelerin ayıklanıp ayıklanmaması ciddi bir şekilde tartışılmıştı.
Rapor, kongrede genellikle olumlu karşılanmış; mesela Nurettin Artam, Cumhuriyet rejimini yaşadığımız için yabancı masallardan sadece cinleri ve perileri değil, kralları, şövalyeleri, prensleri de çıkarmak gerektiğini söylemiş. Ama bazı itirazlar da var. Halk hikâyelerinin dönüştürülmesine de karşı çıkan Nurullah Ataç şöyle konuşmuş: “Kahramanlar arasında cin peri masalları, sultan masalları bulunmasın diyoruz, bilmem bu doğru mudur? Cin peri masallarının insan ruhu üzerinde kötü tesiri yoktur.”
Türk masalları üzerine çalışmalarıyla tanınan Pertev Naili Boratav da Nurullah Ataç gibi düşünenlerden… Demiş ki: “Ben çocuk edebiyatı mevzuunda, masal üzerinde söz söyleyeceğim. Ve arkadaşım Nurettin Artam’ın teklifine cevap vereceğim. Masallarda padişah, sultan, şehzade gibi isimler çok defa masalın iskeletini teşkil eder. Fakat gördüm ki yapılan teklif müşterek bir tasviple karşılandı. Belki mahzurlu bir karar alırız düşüncesiyle bu hususta söz söylemek mecburiyetinde kaldım.”
Sanober Tanyeri de görüşünü “Bunları kaldırdık. Bunların yerine kralları koyacağız. Bunu da kaldırınca kuvvet mümessilleri olarak diktatörleri mi koyacağız? Masallarda bir fikri temsil etmek için misaller vermek lazımdır.” diye açıklamış.
Halide Edib Adıvar, Akşam gazetesinin 16 Mayıs 1939 tarihli nüshasında yayımlanan “Cin, Peri ve Edebî Mülkiyet” başlıklı yazısında bu tartışmalara değinmiştir. Cin ve peri masallarının zararlı olmadığını, bilakis çocuklarda hayal gücünün gelişmesini sağladığını düşünen Adıvar, unutulan masalların da toplanıp yayımlanması gerektiğini ifade ettiği bu önemli yazısında şöyle diyor: “Çünkü onlar hem millet, hem de dünya edebiyatının alfabesidir. Çünkü ilk yaratıcı kafalar ve ruhlar görünmez kuvvetler tahayyül etmeseler, onlara bin bir şekil vermeseler, Âdemoğullarının fikriyatı üç buut içinde kalır, ilk insanların derecesini pek aşmazdı.”
Yazısını “Çocuklarımıza millî hazinemizin bu tarafının kapısını kapamaya itiraz ediyorum. Çünkü eğer çocuklarının muhayyilesi inkişaf etmemiş bir millet tasavvur etmek mümkün ise, aynı zamanda o millette sanat ve edebiyat da olmadığına hükmetmek lâzımdır” diye devam eden Halide Edib’in bu konudaki son cümleleri şöyle: “İşte bütün bunlardan dolayı Neşriyat Kongresi, arkadaşların, edebiyatımızın ve ne kadar mütevazı olursa olsun, temelini teşkil eden masallarımızı kaldırmak değil, onları toplayanları, onları edebiyat ve sanat sahasında kullananları teşyi etmelerini faydalı görüyorum.”
Tuhaf olan şu ki, 1937 yılında halk hikâyelerinin dönüştürülmesine karar veren, 1939 yılında da masalların padişahlardan, sultanlardan, şehzadelerden arındırılmasına tartışan zihniyet, sözünü ettiğim Neşriyat Kongresi’nden hemen sonra “hümanist” bir kültür politikası uygulamaya karar vermiş ve Yunan mitolojisine dört elle sarılmıştı.
***
Bu yazıyı niçin mi yazdım? Yukarıda ismini andığım N. Ahmet Özalp, 1937’de dönüştürülmek istenen halk hikâyelerinin çoğunu bir araya getirdi. Aşk Gölünde Yüzen Canlar ismi ve “Klasik Aşk Hikâyeleri Külliyatı” alt başlığıyla üç cilt halinde Büyüyen Ay Yayınları tarafından yayımlanan bu nefis çalışmadaki hikâyeler şunlar: Arzu ile Kamber, Asuman ile Zeycan, Âşık Garip ile Sahsenem, Âşık Kurbani ile Perizat, Derdiyok ile Zülfisiyah, Ferhat ile Şirin, Hurşit ile Mahmihri, Gül ile Sitemkâr, Hüsrev Şah ile Gülruh Banu, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Mahmut ile Elif, Melikşah ile Güllühan, Razınihan ile Mahfiruze Sultan, Seyfülmülûk Hikâyesi, Şabur Çelebi Hikâyesi, Şah İsmail ile Gülizar, Tahir ile Zühre, Varaka ile Gülşah, Yusuf ile Züleyha.
Üç ciltlik Klasik Aşk Hikâyeleri Külliyatı, şimdi, kütüphanemin masallar ve halk hikâyeleri bölümünde, Alfa’dan çıkan Binbir Gece Masalları’yla yan yana duruyor. Ahmet Özalp’ı ve birkaç yıldır kendine has bir çizgi tutturan ve kültürümüzün klasiklerini özenli bir şekilde yayımlayan Büyüyen Ay Yayınları’nın sahibi Mustafa Kirenci’yi tebrik ediyorum.