Geçen Pazar günü Yahya Kemal’in Malazgirt zaferini nasıl yorumladığından ve nasıl bir abide hayal ettiğinden söz etmiştim. Bu yazımda da Alpaslan ve Malazgirt zaferiyle ilgili diğer tasavvurlara değinmek istiyorum.
Yahya Kemal, Paris’ten İstanbul’a döndüğü gün Cağaloğlu’nda tesadüfen karşılaştığı Ziya Gökalp’a ayaküzeri sohbet ederken kendi vatanımızın o günkü siyasî sınırları içinde bir Türklüğe razı olduğunu, Malazgirt öncesini “Türklüğün kablettarihi” sayarak Anadolu ve Rumeli topraklarında daha küçük ölçüde bir Türklüğü savunduğunu, kısacası bir Osmanlı Türklüğü arzu ettiğini söyler.
O gün bu düşünceleri “dar ve tatsız” bulan Gökalp da zamanla Alparslan ve Malazgirt üzerinde kafa yormaya başlayacaktır. Nitekim 1922 yılında “Malazgirt Muharebesi” isimli iki perdelik kısa bir piyes yazıp Küçük Mecmua’da neşreder. Ancak Gökalp, bu büyük zafere Anadolucu milliyetçilerinki gibi bir anlam yüklemez, daha ziyade manevi güç sayesinde kat kat büyük ve donanımlı ordulara karşı büyük zaferler kazanılabileceği fikrini işleyerek Milli Mücadele ile Malazgirt zaferi arasında ilişki kurar ve Sultan Alparslan’ın kahramanlığına, üstün ahlâkî vasıflarına işaret eder.
Büyük Taarruz’un 26 Ağustos’ta başlatılmasının o günlerde adeta yeniden keşfedilerek çok konuşulan Malazgirt zaferinin 26 Ağustos’ta kazanılmış olmasıyla bir ilgisi var mıdır, bilmiyorum. Gökalp’ın piyesinin Küçük Mecmua’da 19 Haziran 1922 tarihli üçüncü sayıda neşredildiğini unutmamak gerekir.
***
Malazgirt Zaferi’nin yeni bir başlangıç olarak önemi üzerinde Anadolucu milliyetçilerin 1924 yılında çıkardıkları Anadolu Mecmuası’nda özellikle Mükrimin Halil Yınanç’ın yazdıkları çok önemlidir. “Millî Tarihimizin İsmi” başlıklı meşhur yazısı, Anadolucu tarih anlayışının teorik çerçevesini verir. D. Mehmet Doğan’ın Türkiye Yazarlar Birliği Bülteni’ndeki “Zihin Tarihimizde 26 Ağustos Malazgirt Zaferi” başlıklı yazısında da hatırlattığı gibi, bu mecmuada Necip Âsım Bey (Yazıksız) tarafından 26 Ağustos’un millî bayram olarak ilan edilmesi teklif edilmişti. Aynı mecmuanın önemli yazarlarından olan Hilmi Ziya Ülken’in desteklediği Haluk Nihat Pepeyi de daha sonraki yıllarda Malazgirt zaferini destanlaştırmayı deneyecektir.
Bu çabalara rağmen Tek Parti devrinin iki döneminde de Malazgirt Zaferi pek önemsenmiş görünmüyor. Ancak 900. yıldönümü yaklaşırken -önceki yazımda kısaca söz etmiştim- Yahya Kemal ve Tanpınar gibi Anadolucu diyebileceğimiz bazı aydınlar bu konuda konuşmaya, yazıp çizmeye başlarlar.
Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu, Mehmet Altay Köymen gibi Selçuklu Tarihi uzmanlarının eserleri de yavaş yavaş Alparslan’ın ve kazandığı zaferin önemi üzerinde aydınları yeniden düşünmeye zorlamış ve nihayet Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi profesörlerinden Prof. Dr. Emin Bilgiç’in teşebbüsüyle bir Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü kurulmuştu. Bu enstitüyü kuranlar DPT’deki idealist arkadaşlarını ikna ederek 900. yıldönümüyle ilgili tekliflerinin 1969 İcra Planı’na girmesini sağladılar: Malazgirt Zaferi, 1971 yılında “milli ölçüde bir olay” olarak kutlanacak, Selçuklu eserleri restore edilecek ve Malazgirt’te bir zafer abidesi yapılacaktı. Ama doğrusu pek vakit kalmamıştı. İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü kutlamaları gibi pek sönük geçen 900. yıl kutlamalarından geriye kalan, Malazgirt’te iki abide, adı geçen enstitünün yayımladığı Selçuklu Araştırmaları Dergisi’nin 1971 tarihli özel sayısı ve açtığı yarışmada dereceye giren şiirler...
***
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Malazgirt Marşı” isimli şiiriyle birinci olduğu yarışmada dereceye giren ve yayımlanmaya değer bulunan şiirler, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü tarafından bir antoloji olarak kitaplaştırılmıştır. Pek azında Malazgirt zaferinin ruhuna nüfuz edilebilen bu şiirlerin çoğu amatörce denemelerdir. Bu arada Arif Nihat Asya ve Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi önemli şairlerin de Malazgirt ve Alparslan şiirleri yazdıklarını hatırlatmalıyım. Dağlarca’nın bir destan denemesi olan ve 1971 yılında TDK tarafından neşredilen eseri Malazgirt Ululaması ismini taşır.
Malazgirt zaferinin 900. yılını önemli bir romanla karşılayan Mustafa Necati Sepetçioğlu’nu unutmamak gerekir. Bir nehir romanın ilk kitabı olan Kilit’te, Alpaslan’ın şahsiyeti ve Malazgirt’te paslı kilidin açılıp Anadolu’nun vatan yapılmasını sağlayan ruh iyi anlatılmıştır. Kilit, Bizans’ı temsil eden bir metafordur. Malazgirt Meydanı’ndaki büyük savaşı, serinin Anahtar (1972) isimli ikinci romanında anlatan Sepetçioğlu, Malazgirt’le Ergenekon arasında ilişki kuracak, Alparslan’ın zaferiyle ardına kadar açılan kapıdan Anadolu’ya girişi, Ergenekon’dan çıkış olarak yorumlayacaktır.
Malazgirt şiirlerinde de Anadolucu tarih anlayışına pek itibar edilmemiştir. Mesela Gültekin Samanoğlu’nun “Malazgirt” isimli şiirinde Alparslan “Asya’dan ak toprağa düşen cemrenin ilki”dir ve Bilge Kağan kitabesinde gösterilen hedefe ulaşmıştır. Ayrıca bütün yorumlarda İstanbul’un fethi, Malazgirt’te başlayan büyük yürüyüşün kaçınılmaz sonucu olarak ele alınır. Behçet Kemal Çağlar’ın 1971 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından neşredilen eseri Malazgirt’ten İstanbul’un Fethine ismi bu bakımdan dikkat çekicidir.
Unutmadan kaydetmeliyim: Türk resminde Malazgirt yok!
***
Bu yazıyı dün Malazgirt’te yapılan kutlama törenlerini televizyonda seyrederek yazdım. Önemli olan 950. yıldır. Daha dört senemiz var; umarım, kutlamalar 900. yıldönümünde olduğu gibi sönük geçmez. Bu vesileyle Anadolu’nun Selçuklu dönemine dikkatlerin yeniden teksif edilmesinde fayda gördüğümü ifade etmek isterim.