Vapurla Anadolu yakası açıklarından geçerken, Çengelköy ile Vaniköy arasında, Venedik saraylarını andıran, iki kuleli büyük bir yapının ihtişamla yükseldiğini görürsünüz. Ampir üslûbundaki bu yapı, 1863 yılından beri Boğaziçi’ni onsuz düşünemeyeceğimiz yapılardan biri ve Mekteb-i İdadi-i Şahane’nin buraya taşındığı tarihten beri harp okullarına öğrenci yetiştiren bir askeri lisedir: Kuleli Askeri Lisesi. 15 Temmuz’daki askeri darbe girişimde meş’um bir rol oynadığı için kapatılan bu lise de tarihe karışmış bulunuyor. Böylece bir gelenek, bir daha kurulamayacak bir şekilde kesintiye uğramıştır.
Artık bu iki kuleli muhteşem binayı ne zaman görsek 15 Temmuz’da yaşanan büyük felaketi de hatırlayacağız.
***
Kuleli Askeri Lisesi’nin günümüze ulaşan binası 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır, ancak tarihi daha eskilere gider. Sultan II. Mahmud tarafından Vak’a-i Hayriye’den sonra kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin Avrupaî usullerle eğitimi için Kuleli Bahçesi’yle iki Rum’dan satın alınan geniş arazi üzerine bir süvari kışlası yaptırılır. Ahşap olduğu konusunda yaygın bir kanaat varsa da son araştırmalarla kâgir olduğu anlaşılan bu ilk bina 1844 yılında yanmış ve sonraki üç yılda yarı kâgir, yarı ahşap olarak yeniden inşa edilmiş, ayrıca bir hastane ile tek kubbeli bir hamam eklenmiştir.
Kırım Harbi sırasında, yani 1853-1856 yılları arasında Ruslara karşı bizimle birlikte savaşan İngiliz ve Fransız askerlerinin kışla ve hastahane olarak kullandıkları Kuleli Kışlası’nı ülkelerine dönerken kasıtlı olarak yaktıkları biliniyor. Böyle bir alçaklık niçin yapılmıştır? Biraz düşününce anlamak zor almasa gerek.
Kuleli Kışlası, müttefiklerimiz tarafından çıkarılan yangında bütünüyle yanmadan kurtarılmıştır. 1859 yılında bir darbeyle Sultan Abdülmecid’i ve devlet erkânını katledip Abdülaziz’i tahta çıkarmak isteyen bir grubun üyeleri, içlerinden birinin ihbarı sayesinde tespit edilerek Kılıç Ali Paşa Camii’nde toplantı halindeyken suçüstü yakalanmış ve bu kışlada yargılanarak mahkûm edilmişlerdir.
“Kuleli Vak’ası” diye bilinen ve Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonraki ilk darbe teşebbüsü olan bu kalkışmanın arkasında Abdülaziz’in olduğu iddia edilmişse de bir delil bulunamamıştır. Modern dönemde başarıya ulaşan ilk darbe ise başında Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın olduğu, Sultan Abdülaziz’in halli, ardından katliyle sonuçlanan darbedir.
“Kuleli Vak’ası”nın ardında Saray’ın israfta çok aşırıya gitmesine duyulan şiddetli tepkinin yattığı, Sultan Abdülmecid’in bu sebeple inşasına o yıl başlanan Çırağan Sarayı’ndan vazgeçtiği söylenir. Bilindiği gibi, Çırağan Sarayı’nın inşası Sultan Abdülaziz döneminde tamamlanacaktır.
***
Kuleli Askeri Lisesi’nin deniz tarafındaki ünlü kapısı, “Şeref Kapısı”dır. Üzerinde Abdülfettah Efendi hattıyla Sultan Abdülaziz tuğrası ve metnini Keçecizade Fuad Paşa’nın yazdığı şu ta’lik kitabe vardır:
Kuleli’de kal’a-âsâ etdi inşâ bir daha
Şâh-ı devrân yapmış idi çün muallâ kışlayı
Sadr ü serasker iken tarîhini yazdı Fuâd
Kıldı Han Abdülaziz bünyâd vâlâ kışlayı (1279)
Bu kapının daha önce çok farklı olduğu, Kırım Harbi sırasında Illustrated London News’de yayımlanan bir gravürde açıkça görülür. Son hâlinde Dolmabahçe Sarayı’nda olduğu gibi, iki taraflı, geniş sahanlıklı merasim merdiveni vardır. Ahmet Hamdi Tanpınar, iç avluya veya bahçeye açılan geniş kemerli kapı yerine, bu tarzda merasim merdivenini benimseyip sütunu iç revak yerine cephede kullanmaya başladığımızda, “bir zevkin hudutlarından öbürüne geçmiş” olduğumuzu söyler. Yani bu tercih, aslında köklü bir zihniyet değişiminin tezahürlerinden biridir.
***
Kuleli Kışlası’na, kulelerinin bulunmadığı zamanlarda da “Kuleli” deniyordu. Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman’ın Çengelköyü’nde, Papaz Korusu’nun yakınında muhteşem bir kasır inşa ettirdiği bahçeye “Kule Bahçesi” denildiğini söyler ve der ki: “İçinde Sultan Süleyman Han’ın kendi elleriyle diktiği bir servi vardır ki hâlâ kudret-i ilâhiyyeye delil olacak kadar bediidir, güzel endamından bir dalı bile dışarıya taşmış değildir. Bu bahçenin her meyvesi, alelhusus inciri pek övülür.”
Evliya Çelebi’nin bu bahçeyle ilgili olarak anlattığı, o yıllarda halk arasında yaygın olarak konuşulduğu anlaşılan –ve elbette gerçek olmayan- bir hikâye vardır: Güya Yavuz Selim, bir gün gazaba gelerek Bostancıbaşı’ya şehzadesi Süleyman’ın öldürmesini emreder. Ancak Bostancıbaşı, öldürmeye kıyamadığı şehzadeyi Kule Bahçesi’nde saklar. Selim, hastalanıp öleceğini hissedince başlayınca Bostancıbaşı’ya, “A Bostancıbaşı, mazlum Süleyman için büyük bir hata işledim. İşte şimdi oğulsuz ölürsem bu devlet kime kalacak?” diye yakınır. Bunun üzerine Bostacıbaşı yeri öpüp huzurdan ayrılır ve Süleyman’ı sakladığı Kule Bahçesi’nden alıp huzura getirir. Çok sevinen ve oğlunu hasretle bağrına basan Sultan Selim, Evliya’nın iddiasına göre, bir süre önce fethetti Mısır’ı Bostancıbaşı’ya vermiştir.
Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman’ın bu bahçeyi çok sevmesinin sebebini böyle anlatmaktadır. Jean Thevenot da seyahatnamesinde Sultan İbrahim’in bütün kardeşlerini öldürten babası IV. Murad’ın gazabından bu bahçedeki kuleye saklanarak kurtarıldığına dair bir rivayeti nakletmiştir.
Unutmadan kaydetmeliyim: “Kule Bahçesi” ismi çok eski olmakla beraber, on dokuzuncu yüzyıla kadar Kuleli Kışlası’nın bulunduğu yere, saray bostancıları burada oturduğu için Bostancıbaşı Odaları denirdi.
***
Sözün kısası, Kuleli’nin renkli ve zengin tarihi vardır ve bu tarihin aşağı yukarı son iki yüz yılı “askerî”dir. Bu sebeple bu bina değerlendirilirken askerî geçmişinin ve modernleşme tarihimizdeki öneminin göz ardı edilmemesi gerekir. Doğru olan, bir geleneği kökünden kurutmak değil, dönüştürerek sürdürmektir.
Elbette 15 Temmuz şehitlerini asla unutmadan, unutturmadan…