Kültür ve Turizm Bakanlığı, bugün akşam sona erecek olan 56. Kütüphane Haftası vesilesiyle hem Covid-19’a karşı verilen mücadeleye dikkat çekmek hem de eve kapanma günlerinde geniş kesimlerin kitapla tanışmasını sağlamak için sanat, edebiyat ve ilim dünyasından muhtelif isimlere kısa sosyal medya videoları çekti. İsabetli bir karar…
Faydalı olacağından eminim. Peki, kitap okumak isteyen, fakat evlerinde fazla kitap bulunmayanlar ne yapacaklar? Belli yaş grupların sokağa çıkmalarının yasaklanması, kütüphaneler, büyük kitapçıların faaliyet gösterdiği AVM’ler ve kitapçılar da kapalı olduğuna göre, kitap temin etmenin tek yolu şu günlerde internet...
Bazı yayıncılarla konuştum, yayıncılık sektöründe internet yoluyla satışların bir hayli arttığını, karantina uzarsa daha da artabileceğini söylediler. Ama elbette bu zor günlerin en kısa zamanda sona ermesi en büyük temennimiz…
Para vererek satın aldığım ilk kitap tek formadan ibaret bir Ali Baba ve Kırk Haramiler’di; yedi yaşındaydım ve ödediğim para bayram harçlığımın tamamıydı. O tarihten sonra harçlıklarımı hep kitaba yatırmışımdır. Sonraki yıllarda da kazancımın hatırı sayılır bir kısmını...
Birkaç yıl önce bu köşede yayımlanan “Hiç” başlıklı yazımda kısaca anlattığım okuma maceramı kılavuzsuz yaşadım. Okuma macerası nasıl yaşanırsa yaşansın, insan sonunda asıl istikametini buluyor. İlkokul yıllarında masal kitaplarını, o yıllarda çocuklar arasında popüler olan çizgi romanları, ortaokul ve lise yıllarında ulaşabildiğim bütün Türk ve dünya klasiklerini okudum.
Okuma zevki zamanla öyle noktalara varıyor ki, ilgi alanınıza giren her şeyi okumak için çılgın bir arzu duymaya başlıyorsunuz. “Hiç” yazısında kütüphane ve kitabevlerinin beni ürkütmeye başladığından söz etmiştim. Hâlâ öyle... Vitrinlerde ve raflarda renk renk, boy boy, yeni ve eski, okunması gereken yüzlerce kitabı gördükçe canım fena halde sıkılıyor, ümitsizliğe kapılıyorum. Okumaya asla zaman bulamayacağım o güzelim kitaplardaki zenginliklerden mahrumiyet üzüyor ben.
***
Dahası var: Özellikle gençlik yıllarımda okuduğum için “Nasıl olsa okudum!” diye bir daha dönmediğim klasikleri de yeniden okuma ihtiyacını şiddetle hissediyorum. “Hiç” yazısında şöyle bir paragraf vardı:
“Masamın üzeri ve kütüphanemdeki rafların ön kısımları, çoğu yazarları tarafından güzel cümleler yazılarak imzalanmış yeni kitaplarla dolu. İlk fırsatta -ve mutlaka- okumak niyetiyle ayırdığım kitaplar bile bazan yeni kitaplar tarafından geriye itilerek unutturuluyor. Bunlar dışında, eskiden okuduğum halde çeşitli sebeplerle yeniden okumak ihtiyacını hissettiğim bir yığın klasik var. Şehnâme’yi, Kelile ve Dimne’yi, Füsûsü’l-Hikem’i, Mesnevi’yi, Bostan ve Gülistan’ı, İliada ve Odisseia’yı, Don Kişot’u, Shakespeare, Dostoyevski ve Tolstoy külliyatlarını, Cyrano de Bergerac’ı, Hernani’yi, Sefiller’i ve daha nicelerini yeniden ve tadını çıkara çıkara okumak istiyorum.”
Bu köşede birkaç ay önce Hugo’nun Sefiller’ini yeniden okumaya başladığımı yazmıştım. İlk defa yirmili yaşlarımda okuduğum bu romanın bin yedi yüz küsur sayfalık tam tercümesi bana bir ay boyunca heyecanlı saatler yaşattı. (Hüseyin Rahmi’nin yine bu köşede iki hafta önce söz ettiğim Hakka Sığındık isimli romanının finaliyle Sefiller’in finalinin birbirine çok benzediğini de yeni fark ettim).
Evet, Korona Günleri, yeniden okumak istediğim kitaplara gömülmemi sağladı. Lise yıllarında, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları Bilim Eserleri Serisi’nde yayımlanan Tanrılar, Mezarlar, Bilginler (1964) isimli kitabı da okumuştum. Asıl ismi Kurt W. Marek olan C.W. Ceram’ın yazdığı, Hayrullah Örs’ün tercüme ettiği bu kitap roman tadında bir arkeoloji tarihidir. Tadı damağımda kaldığı için yirmi küsur yıl önce Remzi Kitabevi tarafından yapılan baskısını temin etmiş, yeniden okumak niyetiyle kitaplığımın görünür bir köşesine koymuştum. Dilini birilerinin güya sadeleştirerek berbat ettiği bu güzel kitap ve devamı niteliğindeki Tanrıların Vatanı Anadolu meğerse Korona Günleri’ni bekliyormuş.
Ceram’ın hikâyelerini anlattığı arkeolojik kazıların -ve yağmanın- çok büyük bir kısmı Osmanlı coğrafyasında yapılmıştır. İkinci kitapta da olarak Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılar ve Hitit medeniyetinin keşfi anlatılır.
***
İyi kitapların ne büyük emeklerle vücuda geldiğini, kitap yazmış veya yazmayı denemiş olan herkes bilir. Bana sorarsanız, bütün iyi kitaplar, satır aralarına da nüfuz edilerek birkaç defa okunmayı hak etmişlerdir. Birkaç defa diyorum; çünkü hiçbir iyi kitap aslında kendini ilk okunuşta bütünüyle ele vermez.
Evet, fırsatı ganimet bilip yeniden okumak istediğim kitapları sıraya koydum. İlk sıralarda Tolstoy’un Harp ve Sulh’unun tam tercümesiyle Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı var. Mesnevi elimden hiç düşmüyor. Belki şaşıracaksanız, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın en az üç defa okuduğum Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü de bir defa daha okumak niyetindeyim. Size de tavsiye ederim.