Köpek muhabbeti

Beşir Ayvazoğlu

Beykoz’da yetmiş metre derinliğindeki sondaj kuyusuna düşen ve on günlük hummalı bir çalışma sonunda kurtarılan yavru köpeğin ismini zannederim duymayan kalmadı. Çünkü sevimli Kuyu artık bir televizyon yıldızı; kanal kanal dolaşıyor. Hayvanlara işkence haberlerinin ardından gelen bu güzel haber doğrusu içimizi ısıttı. Savunmasız canlılara işkence edenleri insandan saymıyorum; onlardan her kötülük beklenebilir. Ümidim, kedileri, köpekleri ve kuşları besledikleri için komşularından rahatsız olanların bu haberden biraz etkilenip dünyanın sadece insanlara ait olmadığını anlamalarıdır.

***

Bizde köpekler dinen murdar sayılır, ev içlerine sokulmazlardı; yaladıkları kaplar da murdar olduğu için kullanılmazdı. Toprak kapsa kırılıp atılır, bakır kapsa yeniden kalaylanırdı. Bu bir inançtır, tartışılamaz. Ama bu inanç asla köpek düşmanlığına dönüşmemişti; aksine eski şehirlerimizin, özellikle İstanbul’un sokaklarında köpekler hür bir biçimde yaşar, sevilir, beslenir, korunup kollanırlardı. Yemek artıklarının kırıntısı bile ziyan edilmez, köpeklere ayrılırdı. Hali vakti yerinde olanların fırınlarda köpeklere tayın bağladıkları bile söylenir. Meşrutiyet devrinde hükümet kararıyla sokaklardan toplanıp mavnalarla götürüldükleri Hayırsız Ada’da birbirini yiyen ve sonunda açlıktan ölen binlerce köpeğe devletin reva gördüğü bu zulüm, çok üzülen İstanbul halkının hafızasından uzun yıllar silinmemişti.

Amicis’in İstanbul 1874’ünde İstanbul’un köpekleri.

Atalarımız sadece köpeklere değil, bütün canlılara karşı merhametliydiler. Osmanlı mimarisine has bir güzellik olan kuşevlerini hatırlatmama gerek var mı? Kuşevlerinin masal mimarisi gibi olağanüstü güzellikte olanları vardır. Hayvanları beslemek için vakıflar bile kurulmuştu. Yaralandıkları için sıcak memleketlere göçemeyen hacı leyleklere ihtimamla bakılırdı. Ahmet Haşim’in “Gurabahane-i Lakalakan” başlıklı meşhur yazısında anlattığı Mösyö Greguvar Bay, leylekler bakımevini Bursa Haffaflar Çarşısı’nda Müslüman esnafın hasta leyleklere ve bunamış kargalara bakmak için uyguladıkları sistemi kendine örnek alarak kurmuştu.

***

Leyleklere özel bir ilgi duyduğu anlaşılan Ahmet Hâşim’in “Leylek” yazısı da şu cümlelerle başlar: “Senelerden beri leylek görmüyordum. Hatta bu kanatlı yaz seyyahlarının İstanbul’a az rağbeti herkesin nazar-ı dikkatini celbetmişti. Sonradan öğrendik ki, Mısırlılar, bilmem ne sebepten dolayı bu muhterem kuşları arsenikli yemlerle öldürüyorlarmış!”

Haşim’in sözünü ettiği bu hadise tek örnek değildir. İstanbul Valiliği de 1928 yılı ortalarında kargalara savaş açmış, üstelik mücadeleye katılmayanlardan birer lira ceza alınacağını ilan edilmişti. Sadece iyi bir şair değil, aynı zamanda üslûpçu bir fıkra ve deneme yazarı olan Haşim, İkdam gazetesinde yayımlanan “Kargalar” başlıklı kısa fıkrasında, silâhlara meydan okuyan bu zeki kuşların savaştan tartışmasız bir şekilde galip çıktıklarını söyledikten sonra şöyle devam eder:

“Vapura gitmek için geçtiğim tarlaya konan kargalar, şimdi gelip geçenden zerrece korkmuyor, bilâkis, bu tank gibi madeni bir zırhla her tarafı kaplı kuşların yuvarlak kanlı gözü ve çelikten gagası garip bir tehditle insana doğru çevriliyor! Öyle ya! Galip mağlûba başka türlü mü bakacaktı?”

Eski bir kartpostalda İstanbul’un sokak köpekleri.

Kargalara karşı buna benzer bir savaşın da Yunanistan’da Metaksas döneminde açıldığını Elias Petropoulas’ın Yunanistan’da Türk Kahvesi (1995) isimli kitabından öğrenmiştim. Yunan ırkçılarının sadece kargaları değil, “Türk Kuşları” dedikleri leylekleri de katlettiklerinden söz eden Petropoulas, “Selanik’te K. Paleologos ile Palea Aristotelus sokaklarının geniş kavşağında kocaman bir çınar vardı; gölgesinde Türkler ve Rumlar tavla oynarken kargalar da gün boyu üstlerini kirletirdi. Türkler kuşlardan rahatsız olmazdı. Metaksas, sonraları Mao’nun serçelere karşı başlatacağı mücadelenin habercisini oluştururcasına, kargalara karşı bir kampanya başlatmıştı.”

Ahmet Hamdi Tanpınar da Petropoulas’ın söz ettiği Çin’deki serçe kırımına “Kerkük Hâtıraları”nda şöyle değinmiştir: “Gazetelerde yeni Çin’in ziraati himaye için serçeleri öldürdüğünü okuyunca içim ürperdi.”

***

Refik Hâlid Karay, soğuk bir kış gecesi evinin önünde ayaklarına kapanan miskin, çelimsiz bir sokak köpeğini görünce eski İstanbul sokaklarının gürbüz köpeklerini hatırlar, çocukluğunda ve gençliğinde tanıdığı o muntazam teşkilatlı, dinç ve tok yaratıklardan kala kala böyle bir kemik torbasının kalmış olmasına üzülür. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yaşanan ekonomik sıkıntıdan köpekler de etkilenmiş, bakımsız kalmış, zayıflamışlardır. Evde zavallı köpeğin yiyebileceği ne bulursa önüne koyan yazarın “A zavallı köpek, sen bilmezsin, siz bir zamanlar ne idiniz?” cümlesiyle başlayarak anlattıklarından anlaşıldığına göre, bu hayvanlar, eski İstanbul hayatında imtiyazlı bir konuma sahipti. Köpek meraklılarının ve bütün hayvanseverlerin “Bir Levha-i Mazi” başlığını taşıyan bu nefis yazıyı bulup okumalarını tavsiye ederim. Ve bir de Edmondo de Amicis’in İstanbul 1874 isimli harika kitabının İstanbul köpeklerini anlattığı bölümünü...

Sizi bilmem, ama ben Beykoz’da köpeciği kurtarmak için seferber olanları ve zavallı yavru kuyudan çıkarılıp hayata döndürülünce sevinç çığlıkları atan, gözyaşı döken İstanbulluları görünce, eski İstanbul ruhunun uyanmakta olduğunu düşünmeye başladım.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.